6 Temmuz 2015 Pazartesi

YİNE ESKİ DÜNYADANDIR, DÜNYANIN YENİ HARİKALARI

Hayırlı olsun, Anadolu'nun geçmiş sahiplerinden bize kalan yadigarlardan üçü daha UNESCO' nun dünya kültür mirası listesine girmeye hak kazandı. Böylece Anadolu'nun derin medeniyetinden tescil edilerek listeye alınan ve dünyanın ortak kültürel değeri olarak sayılmaya layık görülen şaheser sayısı 15'e yükseldi.
 
İzmirimiz'in Efes'i, Diyarbakırımız'ın Surları ve Hevsel Bahçeleri de böylece dünya mirası olarak anıacak ve -umulurki- muhafaza altına alınacak.
 
 
Her ne kadar son olaylarda, Irak ve Suriye'deki gözü dönmüş haramilerin de tarumar ettikleri emsalsiz harikuladelikteki yapıların da birer "dünya kültür mirası" olmaları, kahreden akıbetlerine engel olamadıysa da dünya medeniyetinin mihenk taşlarından olduğunun onanması çok özel bir seçkinlik olmalı, eser için.
 
Tuhaf durum şu ki; dünyanın "benim ortak değerimdir" dediği, kopya edilemez özgünlük ve emsali olmayan tarihi değere sahip bu eserlere dadanan kurtlara karşı Ortadoğu coğrafyasında dünyanın yaptığı yegane eylemin "seyretmek" olması, UNESCO'nun bu tasarrufunun arkasının çok da dolu olmadığını göstermekte.
 
 

Dünyanın ve Birleşmiş Milletler denen, kerameti kendinden menkul olup insanların birbirini çiğ çiğ yiyip kafalarını koparmalarına, bir maç seyreder gibi garip, ruhsuz bir edayla seyreden organizasyonun ve onun yan kurumlarının tezatlar, samimiyetsizlik, çifte standartlar dolu ayıpları bir yana, ben yine çuvaldız elimde; bize bolca batıracağım az sonra:
 
Yunan ve Romalılar sağ olsun, İzmir alışıktır da; Diyarbakırımız'ın hem de iki ayrı sembolünün seçilmesine çok sevindim. Bunun nedeni Diyarbakır'ın kültürel kıtlığı değil bilakis; güya modern dünyanın yeni yeni keşfetmeye başladığının bir göstergesi olmasından. Doğu öyle derin bir kültür vahasıdır ki, ayağını atan tüm vücudunu içinde bulur da yine de çıkamaz içinden. Son onyıllarda insanım diyen herkesi çok üzen terör olaylarının puslu bulutlarının bu güzel şehrin semasından dağılıp ayrılmaya başladığının habercisi olsa gerek, UNESCO'nun bu teveccühü.
 
Mutluluk tamtamlarını kesip, en sevdiğimi ilerden olan kendimizle, bize bunları miras bırakan anlı şanlı tarihimizle övünmeye ara verdiğimiz bir aralık, şu farkındalık sorusunu kendimize sormamız yerinde olacak:
 
 
Biz, bir mirasyedi miyiz?
 
Galiba öyleyiz.
 
Nereden belli?
 
Kültür deyince aklımıza hep paşa dedelerimizin, zarif ninelerimizin sandıklarından çıkan özgün, sanatsal yönü ağır, bir insan dokunuşunun ve duygu dünyasının ürettiği harikulade yapıtlar, eserler, dönemleri etkileyen yöntemler akla geliyor.
 
Ya bugün, 21 inci yüzyıl insanının ürettiği nesi var, "dünyanın ortak kültür mirası" olabilecek?
 
Ebru, çini, kök boya, sedef...?
 
Bozdoğan Kemeri, Yerebatan Sarnıcı, Gök Medrese, Çifte Minare, Aspendos, Süleymaniye, İkinci Murad Hamamı...? Valise Sultan Camii'nde taşa işlenen dantel zarafeti..?
 
Cinas, redif, vezn-i aruz, koşma, ağıt, mani...?
...
 
Olmadı, size ortasına çukur açılıp su doldurulmuş, etrafına da otuz küsür katlı, yontusuz, diş macununun karton kutusundan bozma gibi dikdörtgenler prizması şeklindeki, dört bir yanı dolduran "bilmem ne oğlu residans" ya da "Bilmem kim city yaşam merkezi" olur çok çok, pahası olan ama değeri olmayan yaşam şeklimizden geleceğe yadigar.
 
Yunus'un dediği gibi;
 
"Bir garip ölmüş diyeler
Üç günden sonra duyalar
Soğuk su ile yuyalar ..."
 
amma velakin...
 
Eli boş geldi demeyeler,
Sadece miras yiyenlerden bilmeyeler,
Torunlar bizden de eli yüzü düzgün bir şey bulalar.
 
Cem TURAN

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder