22 Temmuz 2010 Perşembe

BİR MİSKİN İŞİ: KRALDAN ÇOK KRALCI OLMAK...

Kimileri vardır kraldan çok kralcıdır. Onlar sadece tabi olmayı, birşeylere fanatikçe bağlanmayı severler. Böylece sorumluluklarını güya başkalarına yüklemiş olurlar. Hayatımız böyle insanlarla dolu, nüfusumuzun çoğu genetik olarak buna yatkındır.
Bu nedenle Atatürk'ten daha çok "Atatürkçü", Fethullah Hoca'dan daha çok "Fethullahçı", Liderinden daha çok "partici", dini yaşatan ve yaşayandan daha çok "dinci", cihad eden, kanını döken ecdaddan daha çok "milliyetçi", X takımından ekmek yiyen oyuncudan daha çok o takım için yanıp tutuşan fanatik...
Liste böyle uzayıp gider işte. Halbuki o değeri üreten bu saygın şahsiyetler, ömürlerinin ekseriyetini uykusuz, harıl harıl o uğurda çalışarak geçirir ama bunu görmezler. Bu temayüldendirki, müteşebbis olmaktan çok "bir yerlere kapağı atmak" hoş gelir çoğuna. Kendini keşfetmeye, meziyetlerini sivriltmeye hiç uğraşmaz bu yaygın görüş. Taassup dolu bir öğreti gereği böylece doğar, yaşar ve ölürler. Kendini, gözünü açtığı dünyaya, memleketine karşı sorumlu hissetmezler, yapailecekleri birşeyler olduğunu akla bile getirmezler. Onlar bir yerlere tabi, üye olarak bu sorumluluklarını, kendilerince başkalarına satmışlardır çünkü. Bunun yerine şifahen tabi olduklarını düşündükleri zatları putlaştırarak, bizatihi onlara en büyük manevi zulümü yaparlar, her iki dünyada da ruhlarını sıkarlar. Bu halleriyle Cahiliye devri Mekke putperestlerinden davranış olarak ne farkları var?

Onlara de ki:

Siz eğer düşüncenizde samimiyseniz, takım tutar gibi tutmaktan öte uğrunda hiçbirşey yapmadığınız işlerde gayret ehli olurdunuz, o yolun önde geleni gibi ter dökerdiniz, Allah'ın rızasını insanlara sağladığınız faydalarda arardınız.
Siz ise sadece lafla peynir gemisi yürütenlerden olmaya and içmişsiniz. Miskinliğiniz bundan gayrisine mani. Dönüp bakın etrafınıza size, tebessümünüze, ilginize, yardımınıza muhtaç koskoca bir kainat var.

Her insan, etrafını aydınlatacak bir güneş timsali, üstün ve kusursuz donanımla yaratılmıştır. Yazıkki; nicesi değil güneş olmayı, mum olup da fitilini bile yakmayı akıl etmez. Bu şekildeki insan, kullanılmadan miyadı dolan et gibidir.

12 Haziran 2010 Cumartesi

ŞİİR (TASAVVUF): KIRKINDAN EVVEL

Ah, ne olurdu; dönebilseydim eğer
İlk kırk güne, gözümü açtığım.
Kalabalık melaike, her biri ayrı över,
Kırk kat Arş’tan indi civar dostlarım.

Yol yorgunu, seferiyim; bu yüzden mahmur bakar gözlerim,
Lakin göze ne hacet, ben ki Arş’ı özlerim.
Alışmak zor; cism-i zat sanki mintanım,
Biraz o sıkar uysun diye, biraz da ben zorlarım.

Selam etmeden olmaz, hepsi pür-u gönül,
Birine etsem tebessüm, diğerinin nasibi gül.
Ne olurdu, geri kalmasaydım ağırlamaktan,
Kırk gün sonra nazar perdem kapanmadan.

Sabır ya fakir, elbet bir gün buluşacaksın,
Her yolun bir sonu varsa, nihayetinde varacaksın.
Kiminin on yıl geri, kimisi yirmi ileri kırkından.
Ben, sen, o; imtiyaz yok; mutlak bir handa duracaksın.

Cem TURAN
Haziran, 2003

29 Mayıs 2010 Cumartesi

ŞİİR: FETİHNAME

Olmadı inşa dünyada bir köşk; bundan lâtif, bundan alî,
Ne büyüktür ki O, dedirten Hazreti Peygamberi.
Bir muazzam yaka; garb ile şarkın iliklendiği,
Bundan ki; hiç eksilmedi üzerinden, kem’in ne gözü ne de eli.

Ah, o ne mübarek cihat ki; her ananın gönlü titrer,
Boğazında yakamoz bile câhidine ülfet gizler.
Eyyûb gibi zat dahi, uğruna mefdun iken
“Ol” buyuran Hâk, yirmibirlik Mehmed’e O’nu lütfeyler.

Boş yere zorlama ey Ehl-i Meta, anlayamazsın,
Tarihimdeki her cürüme, fizikte yer bulamazsın,
Sen yutağına zincir ile gem vururken boğazın,
Kadırgaları karadan Haliç’e uçuramazsın.

İster “Kestan” de, ister “Kontsan”; avunmak için
Alıkoymaz Fatih’i, ördüğün surlar binbir biçim.
Celâllenme boşa; İstanbul Nebice bize kertik,
Biz ise o emaneti senden almaya geldik.


Cem TURAN

1 Ocak 2010 Cuma

BLOĞUMA BAŞLARKEN: SUNUŞ YAZIM


Yıllardır bölük börçük, orada burada yazdıklarımın nerede başlayıp nerede bittiğini ben dahi hatırlamıyorum. Ancak bu yazılarımı takip eden okurlarım, bir blog sayfası açmam gerektiğini söyleyip durdular. Onların teşvik edici bu eleştirilerine yanıt vermek ve gerçekten de dağınık olan sosyal külliyatımı bir nebze olsun toparlamak amacıyla, şu an karşınızda duran blog sayfasını oluşturdum. Bu süreç nereye varır bilmiyorum ama şimdilik bu amatör blog sayfaları sanırım ihtiyacı karşılayacaktır.

Bu satırlarda daha çok sosyal konulara yer vereceğim. Mesleki ve mühendislik yazışmalarım zaten kendi şevinde akıyor. Yönetim ve bilişime dair bir dolu hesap ve kitabın sosyal dünyaya izdüşümlerini, sıradan bir okur için tatsız tuzsuz gelmesi kaçınılmaz literatürü sümen altı ederek, elden geldiğince akıcı bir üslupta burada bulabileceğinizi umut ediyorum.

Şüphesiz bilgi güçtür ama doğru şekilde işlenmiş ve kontrol altına alınmış bilgi için bu geçerlidir. Aksi durum, tam bir felakete sürükler insanı ve toplumları.

Uzmanlığınız ne olursa olsun, asıl olan; işinizin çıktılarını sosyal dünyaya bağlayabilmeniz, kavuşturabilmenizdir. Uğraşınız toplum yararını gözetmekten uzaksa, siz ütopik, bencil dünyanızın içinde sadece kendinizi oyalar, durursunuz.

Beni on yıllar öncesinden bu yana tanıyan her beşer, bilimin sosyalleşmesi konusundaki iştahımı ve gayretimi en baskın özelliğim olarak teyit edecektir kanısındayım.

Her insan bir değil, şüphesiz. Her biri kendine münhasır özellikler barındırır, sinesinde. Her teknik insan da bir değil şüphesiz. Umumun önyargısının aksine; meslektaşlarımın en azından bir kısmı kendilerini sayılar arasında kaybetmemeyi başarabilmiş hatta mesleki birikimlerinden soyut kavramlara yönelik ciddi atıflar üretebilmişlerdir. Satırlar arasında bunlara güzel örnekleri saklanmış bulacağınıza inanıyorum.

Şüphesiz okumaktır, insanı değerli kılan, sıradanlıktan ayrı tutan. Okumak: bir yazıyı, bir tepedeki ağacı, kaldırım parkeleri arasındaki kuytuluklarda koşuşturan karıncaları, her gün üzerimize yeniden doğan güneşi, diğer insan ve canlıları okumaktır, en kıymetli insani eylem. Ve sonunda yorumlayabilmektir, akıl ve kalp mekanizmasından geçirip, okuduklarını hammadde olarak yeni ürünlerin; fikirlerin üremesi için kullanan bir fabrika gibi çalışabilmektir insana yaraşan. Bu eylem, meziyet bu kadar kıymetli olmasaydı Allah'ın ilk emri hiç "Oku!" olur muydu?

Ömrüm insan denen muammayı, kıyısından ķöşesinden tanımaya çalışmakla geçti. Başaramadığımdan olacak, bu amacıma ulaşmak için kavrayamadığım bir deryayı ancak küçültülmüş bir kopyası üzerinden tanıyabileceğime inandım ve insanın düşünce dünyasını amatörce taklit eden bilgisayar üzerinde karar kıldım. 20 yılı aşan bu bilimle olan haşır neşirliğimi de arkama alıp, yıllar yılı rafta çürüttüğüm kalemimle saygı ile huzurunuzdayım.

Blog sayfama hoş geldiniz. İyi okumalar diliyorum.
Saygı ve esenlik dileklerimle...

Cem TURAN