Teorik olarak, bilim gerçeği kovalar. Allah’ın eseri üzerindeki
gizemleri, takdir edilen idrak kabiliyeti ile sistemli bir şekilde gözlemler ve
parçaları biraraya getirmeye çalışır. Tıpkı bir bulmacayı çözmek gibi bir
eylemdir bu. Diğer bir ifadeyle; bilim, yaratılmış olan öğeleri farklı
kombinasyonlarda bir araya getirerek insana mesaj veren, anlam ifade eden
bütünler oluşturma, türetme sanatıdır. Yabancı kaynaklardan kasıtlı veya hatalı
tercüme edilen (creative) yaratıcılık vasfı insana atfedilebilecek bir olgu
değildir. İnsanoğlu, sadece keşfederek inkişaf etsin, düşünüp tutsun diye Hz.
Alim’in, ancak bu konuda ehil ve gayretli insanların ulaşabilmesi maksadıyla
kainat resminin içine gizlediği, zaten yaratılmış silsilelerin insan perdesine
taşınmış manzumesidir, bilim.
Bu perspektifle, bilimin penceresinden adalet konusuna birlikte bakalım:
Yaprakların desenlerini hiç incelediniz mi? Boyutları, şekilleri,
renkleri farklı olsa da hemen hepsi aynı ana desene sahiptir. Ana daldan gelip
yaprak boyunca uzanan kalın bir damar ve ona belirli açılarla ayrılan daha
kılcal yollar. Bu desen, bir canlının her noktasının, kendisine gerekli olan
besin ve sıvı ihtiyacının karşılanması için incelikle tasarlanmış, ilahi
kudretin takdir ettiği bir dağıtım şebekesinin krokisidir.
İnsanoğlunun da su, gaz, elektrik gibi dağıtım şebekelerinde taklit
ettiği bu mükemmel tasarımda dikkat çeken hiyerarşik bir yapı vardır: Tali
damarların herhangi birisi tahrip olduğunda yaprak yaşamaya devam edebilir
ancak ana damar akışı kesilecek olursa, yaprak için ölüm kaçınılmazdır.
Sosyal yaşamımızda da durum pek farklı değildir. Bir toplumu besleyen ve
varlığını sürdürmesini sağlayan kültür, sanat, tarih gibi sosyal ve eğitim,
sağlık, güvenlik gibi teknik çok çeşitli kanallar bulunur, bunlarla bir toplum
yaşar ve kimliğini sağlıklı olarak devam ettirebilir. Ancak tüm bu ve benzeri kanallar bir ana
damara bağlıdır ki, o da adalettir.
Bir toplumun gereksinim duyduğu her türlü hizmet ve üzerinde kurulu
bulunduğu sosyal temellerin hepsinin başına “adil” sıfatı konulduğunda anlamlı
ve idealdir: Adil eğitim, adil sağlık gibi. Dolayısı ile; adil olmayan hiçbir şeyin
topluma umulan faydayı vermeyeceği açıktır. Bir toplumu besleyen adalet ana
damarı kesikse, diğer tüm damarlar zamanla kurur ve toplum yaşayamaz, sağlıklı
bir şekilde varlığını sürdüremez duruma gelir.
Adalet duygusunun tatmin edilmesi, bir toplum için gıda ve hava gibi
yaşamsal bir öneme sahiptir. Haksızlığa uğramışlık hissi, zamanla toplumun
temel yapısını kemirerek huzursuzluğun artmasına, anarşinin; bireylerin kendi
adalet mekanizmalarını geliştirmelerine neden olur. Bugünün toplumlarında
gördüğümüz hırsızlıktan rüşvete, şiddetten vergi kaçırmaya kadar pekçok erdem
ve ahlak dışı olayların arkasında bu gerçek yatmaktadır. Olayların failleri
şüphesiz suçludur ancak bu fiileri üreten, bireye adaletsizlik hissi
uyandıracak yaşam koşullarını sunan, bir mikrop gibi bu tür yollara eğilim
cesaretinin üremesine neden olacak ortamı hazırlayan, bireyi adaletin içeriği
konusunda bilgilendirmeyen de toplumun ta kendisidir. Ancak insanlık, nispeten
kolay olanı seçmekte ve sonuç girişimde bulunanı suçlu ilan etmektedir.
Toplumda adalet mekanizmasını çalıştırmak üzere, kanun dediğimiz
metinlere dayandırılmış kurallar bütününe hukuk adını veriyoruz. Ticaretten
ülkeler arası ilişkilere, medeni ilişkilerden sanat eserlerinin korunmasına
kadar çok geniş bir yelpazede kabul edilerek kullanılmakta olan kanunlar
bulunmaktadır. Bu kanunların içeriği ülkelerin kendi özel şartlarına göre
farklılıklar gösterse de teorik olarak; insan hak ve özgürlüklerinin
korunmasını esas almaları amaçlanır.
Hiyerarşik bir sıralamayla, konuya özel hukuki kurallar, o ülkenin ana
adalet anlayışını ortaya koyan anayasaya dayandırılır. Ülkelerin anayasaları da
dünyanın tamamını temsil eden Birleşmiş Milletler düzenlemelerine ve İnsan
Hakları Evrensel Bildirgesi’ne göre tanzim edilmişlerdir. Ya bir basamak
sonrası? İlahi adalet mekanizmasına tabi olmaktır: Allah’ın çeşitli yollarla
iletmiş olduğu emir ve yasaklarla ters düşmemesi beklenir, dünya hukukundan.
Hukuk insanları, bu metinler üzerinden insanlar arasındaki
anlaşmazlıkları çözmeye çalışır. Bu çok zor ve sorumluluk yükleyen bir
uğraşıdır. Hiçbir tesir altında kalmadan haklıyı, suçluyu ortaya çıkarmalıdır
adalet adına karar verme yetkisi bulunanlar.
Bu o kadar zor bir görevdirki; ancak insanlarca yürütülebilir.
Gelecekte, bir robot belki pekçok alanda kullanılacak ama asla hakimlik
yapamayacağını bir bilgisayar mühendisi olarak ben hemen söyleyebilirim. Çünkü
adalet dağıtmak, insanlar arasında hüküm vermek, sadece metinlere tabi
kalınarak yapılabilecek bir iş değil, vicdan, duygu durumu, psikolojik algı
gibi pekçok insana özgü parametrenin de kullanıldığı çok karmaşık bir “insani”
süreçtir. Bundandırki, adaletin sembolü terazidir. Çok hassas tartılmalı,
kefelerine konulanlar çıkarılanlar maharetli, yetkin kişiler tarafından
değerlendirilerek toplumda adalet duygusu sağlanmalıdır.
Adalet konusuna sosyal ve tasavvufi açıdan bakmaya devam edelim:
Pek çoklarının düşündüğünün aksine; adalet eşitlik demek değildir. Eğer
eşitlik olsaydı, o zaman toplumu kaosa götüren bir yol açılmış olurdu. Bizim
bilebildiğimiz veya bilemediğimiz çoğu nedenden ötürü kimi zaman adaletsiz gibi
gözüken durumlarla karşılaşır, belki isyana düşeriz. Halbuki bize görünen
yönüyle adil olmayan durum, kendi içinde çok hassas dengelerle adaleti sağlamış
olabilir.
Kısa ama çok veciz bir hikaye anımsıyorum: Bir çocuk birlikte geldiği
parkta, babasına çok istediği yeni bir ayakkabıyı aldırmak için yapmadığını
bırakmaz. Babası çocuğun bu durumundan çok bunalmıştır: “Arkadaşımın babası o
ayakkabıdan almış sen almıyorsun, bu çok büyük adaletsizlik!...” Böyle bir münakaşayla oturdukları bankın
karşısındaki bir bankta, bir adam tek başına oturmaktadır ve çocuğun babasını
aldığı abluka arasında bir an dikkatini çeker. Adamın bir ayağı yoktur.
Dolayısıyla tek ayakkabısı vardır. Çocuk neye uğradığını şaşırır, banka oturur,
susar, kaşları eğilirek mahsunlaşır. O var olmasına rağmen yeni ayakkabılar
peşindeyken, karşısındaki adamın hiç bir zaman bir çift ayakkabısı
olmayacaktır. Ya o adam da kendisine bakıp
hayatın adil olmadığını düşünüyor mudur? Girdiği tefekkürden çıkınca,
utancından ayaklarını bankın altına doğru çekerek saklamaya çalışır. Gösterilen
sahne çocuk için amacına ulaşmıştır.
Bir kolu eksik, bir kulağı fazla veya engelli olarak isimlendirilen
kimseleri bir düşünün. Tüm uzuvları tam bir insana göre adalet mağduru olarak
düşünmeleri sizi üzmez mi? Neyseki öyle değil. Allah şaşmaz adaletini herkes
üzerinde tam olarak uygular. Kimisini fakirlikle, kimisini engellilikle,
kimisini kötü arkadaşlarla veya çok sevdiğinin kaybıyla, hastalıkla kimisini de
zenglinlikle sınava soktuğu yerin adıdır, Dünya. Bunlara sabır ile, bizden
beklenen olgunlukla göğüs germeliyiz.
Adalet üzerine söylenmiş çok sayıda atasözümüz vardır. Bunlardan birisi:
Allah, dağına göre kar verir. Özetle; merak etme, Allah sana adil davranıyor,
taşıyamayacağın bir yükle seni sınamaz, demek isteniyor.
Kimi zaman, “Hep benim başıma mı geliyor?” diyenleri duyarsınız. Bir
isyan halidir. Halbuki, başımıza gelen işlerde neyin iyi neyin kötü olduğunu
biz kestiremeyebiliriz. Sözgelimi;
bineceğimiz uçağımıza geç kalıp kaçırdığımızda tam bir isyankara
dönüşüp, söylenebiliriz. O an yaşadığımız olay nedeniyle, bize karşı adil
olunmadığını düşünürüz muhtemelen, birilerine kızıp dururuz. Oysaki olaydan
yarım saat sonra haberlerde, az önce binecekken kaçırdığımız uçağın bir kaza
geçirdiğini öğrendiğimiz an birden duygu durumumuzda değişim olur. O isyankar
halimiz bir anda sevince, şüküre dönüşür. O anki düşüncemize göre de adaletten
memnunuzdur.
Kısaca adalet her yerde: Ailemizde, kardeşimizle veya arkadaşlarımızla
ilişkimizde, hayatımızın her anında içiçe yaşadığımız kutsal bir olgudur.
Bundan ötürü hukuğu temsil eden değerler karşısında, mahkemelerde ayağa
kalkılır ve azami saygı gösterisinde bulunulur.
Bir toplumda adalet yoksa hiçbir şey yoktur, adalet varsa diğer sorunlar
çözülebilir. Akıldan hiçbir zaman çıkmaması gereken; sizin hakkınızın başladığı
yerde diğer fertlerin hakları biter. Dolayısıyla; hak edilmediği halde daha
fazla hakkı talep etmek, bunu sağlamak için çeşitli etik olmayan yöntemlere
başvurmak, başkalarının hakkını ellerinden almaktır.
İnsanla diğer canlılar arasında da adaletin sağlanmış olması gerekir.
İnsan dünyanın tamamından, içindeki diğer canlıların da haklarının
korunmasından sorumludur. Sözgelimi; ev yapmak için başka hayvanların
yuvalarının olduğu doğal hayatı tahrip etmek, ses dahi çıkaramayan, itiraz
edemeyen bir ağacı dahi kesmek, tüm bunların emanet edildiği insanı büyük bir
vebal altında bırakır. Adalet için insan doğaya saygılı olmalıdır.
Varlıklı ülkeler ve insanlar bir adalet sınavını da fakir ülke ve
insanlara muamelerinde gösteriler. Bazı ülke ve kişiler benzer durumlarda
çıkarlarından ötürü muhataplarına aynı şekilde davranmayabilirler. Bu adil
olunmadığının, çıkarların ön planda tutulduğunun önemli bir göstergesidir ve
günümüzün temel hastalıklarındandır.
Kanunî Sultan Süleyman zamanında Diyanet
İşleri Başkanı (Şeyhülislam) Zenbilli Ali Efendi’dir. Kanuni, meyve ağaçlarını
karıncaların sarması üzerine, karıncaları öldürmek için meseleyi Zenbilli Ali
Efendi’ye güzel bir beyitle sorar ve şöyle der:
“Ağacı
sarmış olsa eğer karınca,
Zarar var mı karıncayı kırınca (öldürünce)”
Zarar var mı karıncayı kırınca (öldürünce)”
Zenbilli Ali Efendi zarif
bir ifade ile sorulan bu sorunun altına şu beyti yazarak cevab vermiştir:
“Yarın
huzuruna Hakk’ın varınca
Süleyman’dan alır hakkını karınca.”
Süleyman’dan alır hakkını karınca.”
Son söz olarak; adil olunmamasını istediğimiz tek yer vardır: O da bizi
yaratan Allah’ın bize olan muamelesi. Ömür boyu tekrar tekrar o kadar çok
hatalar yaparızki, biz bile kendimizi mahkum ederiz. Böyle bir durumda Allah’ın
lehimize adil olmamasını, bizi merhametle affetmesini umarız ki öyledir;
rahmeti, merhameti çok büyüktür.
Cem TURAN