12 Ağustos 2013 Pazartesi

ADALET KAVRAMINA BİLİŞSEL VE SOSYAL BAKIŞ


  Teorik olarak, bilim gerçeği kovalar. Allah’ın eseri üzerindeki gizemleri, takdir edilen idrak kabiliyeti ile sistemli bir şekilde gözlemler ve parçaları biraraya getirmeye çalışır. Tıpkı bir bulmacayı çözmek gibi bir eylemdir bu. Diğer bir ifadeyle; bilim, yaratılmış olan öğeleri farklı kombinasyonlarda bir araya getirerek insana mesaj veren, anlam ifade eden bütünler oluşturma, türetme sanatıdır. Yabancı kaynaklardan kasıtlı veya hatalı tercüme edilen (creative) yaratıcılık vasfı insana atfedilebilecek bir olgu değildir. İnsanoğlu, sadece keşfederek inkişaf etsin, düşünüp tutsun diye Hz. Alim’in, ancak bu konuda ehil ve gayretli insanların ulaşabilmesi maksadıyla kainat resminin içine gizlediği, zaten yaratılmış silsilelerin insan perdesine taşınmış manzumesidir, bilim.

  Bu perspektifle, bilimin penceresinden adalet konusuna birlikte bakalım:
  Yaprakların desenlerini hiç incelediniz mi? Boyutları, şekilleri, renkleri farklı olsa da hemen hepsi aynı ana desene sahiptir. Ana daldan gelip yaprak boyunca uzanan kalın bir damar ve ona belirli açılarla ayrılan daha kılcal yollar. Bu desen, bir canlının her noktasının, kendisine gerekli olan besin ve sıvı ihtiyacının karşılanması için incelikle tasarlanmış, ilahi kudretin takdir ettiği bir dağıtım şebekesinin krokisidir.

  İnsanoğlunun da su, gaz, elektrik gibi dağıtım şebekelerinde taklit ettiği bu mükemmel tasarımda dikkat çeken hiyerarşik bir yapı vardır: Tali damarların herhangi birisi tahrip olduğunda yaprak yaşamaya devam edebilir ancak ana damar akışı kesilecek olursa, yaprak için ölüm kaçınılmazdır.

  Sosyal yaşamımızda da durum pek farklı değildir. Bir toplumu besleyen ve varlığını sürdürmesini sağlayan kültür, sanat, tarih gibi sosyal ve eğitim, sağlık, güvenlik gibi teknik çok çeşitli kanallar bulunur, bunlarla bir toplum yaşar ve kimliğini sağlıklı olarak devam ettirebilir.  Ancak tüm bu ve benzeri kanallar bir ana damara bağlıdır ki, o da adalettir.

  Bir toplumun gereksinim duyduğu her türlü hizmet ve üzerinde kurulu bulunduğu sosyal temellerin hepsinin başına “adil” sıfatı konulduğunda anlamlı ve idealdir: Adil eğitim, adil sağlık gibi. Dolayısı ile; adil olmayan hiçbir şeyin topluma umulan faydayı vermeyeceği açıktır. Bir toplumu besleyen adalet ana damarı kesikse, diğer tüm damarlar zamanla kurur ve toplum yaşayamaz, sağlıklı bir şekilde varlığını sürdüremez duruma gelir.

  Adalet duygusunun tatmin edilmesi, bir toplum için gıda ve hava gibi yaşamsal bir öneme sahiptir. Haksızlığa uğramışlık hissi, zamanla toplumun temel yapısını kemirerek huzursuzluğun artmasına, anarşinin; bireylerin kendi adalet mekanizmalarını geliştirmelerine neden olur. Bugünün toplumlarında gördüğümüz hırsızlıktan rüşvete, şiddetten vergi kaçırmaya kadar pekçok erdem ve ahlak dışı olayların arkasında bu gerçek yatmaktadır. Olayların failleri şüphesiz suçludur ancak bu fiileri üreten, bireye adaletsizlik hissi uyandıracak yaşam koşullarını sunan, bir mikrop gibi bu tür yollara eğilim cesaretinin üremesine neden olacak ortamı hazırlayan, bireyi adaletin içeriği konusunda bilgilendirmeyen de toplumun ta kendisidir. Ancak insanlık, nispeten kolay olanı seçmekte ve sonuç girişimde bulunanı suçlu ilan etmektedir.

  Toplumda adalet mekanizmasını çalıştırmak üzere, kanun dediğimiz metinlere dayandırılmış kurallar bütününe hukuk adını veriyoruz. Ticaretten ülkeler arası ilişkilere, medeni ilişkilerden sanat eserlerinin korunmasına kadar çok geniş bir yelpazede kabul edilerek kullanılmakta olan kanunlar bulunmaktadır. Bu kanunların içeriği ülkelerin kendi özel şartlarına göre farklılıklar gösterse de teorik olarak; insan hak ve özgürlüklerinin korunmasını esas almaları amaçlanır.

  Hiyerarşik bir sıralamayla, konuya özel hukuki kurallar, o ülkenin ana adalet anlayışını ortaya koyan anayasaya dayandırılır. Ülkelerin anayasaları da dünyanın tamamını temsil eden Birleşmiş Milletler düzenlemelerine ve İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’ne göre tanzim edilmişlerdir. Ya bir basamak sonrası? İlahi adalet mekanizmasına tabi olmaktır: Allah’ın çeşitli yollarla iletmiş olduğu emir ve yasaklarla ters düşmemesi beklenir, dünya hukukundan.

  Hukuk insanları, bu metinler üzerinden insanlar arasındaki anlaşmazlıkları çözmeye çalışır. Bu çok zor ve sorumluluk yükleyen bir uğraşıdır. Hiçbir tesir altında kalmadan haklıyı, suçluyu ortaya çıkarmalıdır adalet adına karar verme yetkisi bulunanlar.

  Bu o kadar zor bir görevdirki; ancak insanlarca yürütülebilir. Gelecekte, bir robot belki pekçok alanda kullanılacak ama asla hakimlik yapamayacağını bir bilgisayar mühendisi olarak ben hemen söyleyebilirim. Çünkü adalet dağıtmak, insanlar arasında hüküm vermek, sadece metinlere tabi kalınarak yapılabilecek bir iş değil, vicdan, duygu durumu, psikolojik algı gibi pekçok insana özgü parametrenin de kullanıldığı çok karmaşık bir “insani” süreçtir. Bundandırki, adaletin sembolü terazidir. Çok hassas tartılmalı, kefelerine konulanlar çıkarılanlar maharetli, yetkin kişiler tarafından değerlendirilerek toplumda adalet duygusu sağlanmalıdır.

  Adalet konusuna sosyal ve tasavvufi açıdan bakmaya devam edelim:

  Pek çoklarının düşündüğünün aksine; adalet eşitlik demek değildir. Eğer eşitlik olsaydı, o zaman toplumu kaosa götüren bir yol açılmış olurdu. Bizim bilebildiğimiz veya bilemediğimiz çoğu nedenden ötürü kimi zaman adaletsiz gibi gözüken durumlarla karşılaşır, belki isyana düşeriz. Halbuki bize görünen yönüyle adil olmayan durum, kendi içinde çok hassas dengelerle adaleti sağlamış olabilir.

  Kısa ama çok veciz bir hikaye anımsıyorum: Bir çocuk birlikte geldiği parkta, babasına çok istediği yeni bir ayakkabıyı aldırmak için yapmadığını bırakmaz. Babası çocuğun bu durumundan çok bunalmıştır: “Arkadaşımın babası o ayakkabıdan almış sen almıyorsun, bu çok büyük adaletsizlik!...”  Böyle bir münakaşayla oturdukları bankın karşısındaki bir bankta, bir adam tek başına oturmaktadır ve çocuğun babasını aldığı abluka arasında bir an dikkatini çeker. Adamın bir ayağı yoktur. Dolayısıyla tek ayakkabısı vardır. Çocuk neye uğradığını şaşırır, banka oturur, susar, kaşları eğilirek mahsunlaşır. O var olmasına rağmen yeni ayakkabılar peşindeyken, karşısındaki adamın hiç bir zaman bir çift ayakkabısı olmayacaktır. Ya o adam da kendisine bakıp  hayatın adil olmadığını düşünüyor mudur? Girdiği tefekkürden çıkınca, utancından ayaklarını bankın altına doğru çekerek saklamaya çalışır. Gösterilen sahne çocuk için amacına ulaşmıştır.

  Bir kolu eksik, bir kulağı fazla veya engelli olarak isimlendirilen kimseleri bir düşünün. Tüm uzuvları tam bir insana göre adalet mağduru olarak düşünmeleri sizi üzmez mi? Neyseki öyle değil. Allah şaşmaz adaletini herkes üzerinde tam olarak uygular. Kimisini fakirlikle, kimisini engellilikle, kimisini kötü arkadaşlarla veya çok sevdiğinin kaybıyla, hastalıkla kimisini de zenglinlikle sınava soktuğu yerin adıdır, Dünya. Bunlara sabır ile, bizden beklenen olgunlukla göğüs germeliyiz.

  Adalet üzerine söylenmiş çok sayıda atasözümüz vardır. Bunlardan birisi: Allah, dağına göre kar verir. Özetle; merak etme, Allah sana adil davranıyor, taşıyamayacağın bir yükle seni sınamaz, demek isteniyor.

  Kimi zaman, “Hep benim başıma mı geliyor?” diyenleri duyarsınız. Bir isyan halidir. Halbuki, başımıza gelen işlerde neyin iyi neyin kötü olduğunu biz kestiremeyebiliriz. Sözgelimi;  bineceğimiz uçağımıza geç kalıp kaçırdığımızda tam bir isyankara dönüşüp, söylenebiliriz. O an yaşadığımız olay nedeniyle, bize karşı adil olunmadığını düşünürüz muhtemelen, birilerine kızıp dururuz. Oysaki olaydan yarım saat sonra haberlerde, az önce binecekken kaçırdığımız uçağın bir kaza geçirdiğini öğrendiğimiz an birden duygu durumumuzda değişim olur. O isyankar halimiz bir anda sevince, şüküre dönüşür. O anki düşüncemize göre de adaletten memnunuzdur.

  Kısaca adalet her yerde: Ailemizde, kardeşimizle veya arkadaşlarımızla ilişkimizde, hayatımızın her anında içiçe yaşadığımız kutsal bir olgudur. Bundan ötürü hukuğu temsil eden değerler karşısında, mahkemelerde ayağa kalkılır ve azami saygı gösterisinde bulunulur.

  Bir toplumda adalet yoksa hiçbir şey yoktur, adalet varsa diğer sorunlar çözülebilir. Akıldan hiçbir zaman çıkmaması gereken; sizin hakkınızın başladığı yerde diğer fertlerin hakları biter. Dolayısıyla; hak edilmediği halde daha fazla hakkı talep etmek, bunu sağlamak için çeşitli etik olmayan yöntemlere başvurmak, başkalarının hakkını ellerinden almaktır.

  İnsanla diğer canlılar arasında da adaletin sağlanmış olması gerekir. İnsan dünyanın tamamından, içindeki diğer canlıların da haklarının korunmasından sorumludur. Sözgelimi; ev yapmak için başka hayvanların yuvalarının olduğu doğal hayatı tahrip etmek, ses dahi çıkaramayan, itiraz edemeyen bir ağacı dahi kesmek, tüm bunların emanet edildiği insanı büyük bir vebal altında bırakır. Adalet için insan doğaya saygılı olmalıdır.

  Varlıklı ülkeler ve insanlar bir adalet sınavını da fakir ülke ve insanlara muamelerinde gösteriler. Bazı ülke ve kişiler benzer durumlarda çıkarlarından ötürü muhataplarına aynı şekilde davranmayabilirler. Bu adil olunmadığının, çıkarların ön planda tutulduğunun önemli bir göstergesidir ve günümüzün temel hastalıklarındandır.
  Kanunî Sultan Süleyman zamanında Diyanet İşleri Başkanı (Şeyhülislam) Zenbilli Ali Efendi’dir. Kanuni, meyve ağaçlarını karıncaların sarması üzerine, karıncaları öldürmek için meseleyi Zenbilli Ali Efendi’ye güzel bir beyitle sorar ve şöyle der:
“Ağacı sarmış olsa eğer karınca,
Zarar var mı karıncayı kırınca (öldürünce)”
Zenbilli Ali Efendi zarif bir ifade ile sorulan bu sorunun altına şu beyti yazarak cevab vermiştir:
“Yarın huzuruna Hakk’ın varınca
Süleyman’dan alır hakkını karınca.”


  Son söz olarak; adil olunmamasını istediğimiz tek yer vardır: O da bizi yaratan Allah’ın bize olan muamelesi. Ömür boyu tekrar tekrar o kadar çok hatalar yaparızki, biz bile kendimizi mahkum ederiz. Böyle bir durumda Allah’ın lehimize adil olmamasını, bizi merhametle affetmesini umarız ki öyledir; rahmeti, merhameti çok büyüktür.

Cem TURAN