26 Nisan 2012 Perşembe

"LIGHT" GIDA HASTALAR İÇİNDİR. SAĞLIKLI TOPLUMDA HER İŞİN HAKKI VERİLİR

Son on yıllarda, giderek artan trendle herşey "light" oluyor. "Bir kereden bir şey olmaz", "Canım, sen de biraz geniş ol", "bu kadar kuralcı olmak iyi değil", "boşverelim, herşey olacağına varır", "Aaa, dinazor musun sen, bu devirde bu kadar katı olma", "Yayıl biraz", "Çocukların psikolojisi bozulur, hiç kızma, büyürler bir şekilde.","Öğrencisine kızan öğretmenden hayır gelmez","Allah nimetini üstünde görmek ister, git, giy ye, iç, keyfine bak", "hayat kısa, yaşamana bak", "Hızlı yaşa, genç öl" benzeri ifadeleri ve felsefeleri çokça işitir ve hissedersiniz. Bunları dinledikçe "yoga" seansından yeni çıkmış veya eskilerin deyimiyle "afyon yutmuşlar" gibi herşeye acayip hoşgörüyle yaklaşan, "tınlamayan", "ti'ye alan" kitlesel bir dönüşümün içinde bulduk kendimizi.

Biliyorsunuzdur, şimdilerde kuşaklara ayırıyorlar insanları: X kuşağı durumunda farkında, Y kuşağı hazmetmeye çalışıyor, 2000'lerin Z kuşağı ise tam bu trendin çocuğu.

Öyle telkinlerle geliyorki bunları savunanlar, karşı koysanız, bir anda çağdışı damgasını yiyebiliyorsunuz. Yeni jenerasyonun psikologları, gelişimcileri, pedagogları göze girmek ve çağın dilinden konuşmak için yabancı literatürden ha bire okuyup sanki yeni şeylermiş gibi ve daha da önemlisi, bizim kültürümüze uygunlarmış gibi iç piyasaya satmaya çalışıyorlar. Nasrettin hocanın "bana damdan düşeni getirin" hicvi gibi bu "uzmanlar" aile kurmadan, bir çocuk yetiştirme pratiğini yapmadan, o kendisine özel hormonal ve sosyal değişim koridorlarından geçmeden sırf kitabi bilgileri, kendilerini piyasalarında öne çıkarmak pahasına ortaya atıp duruyorlar.

Oysa "light" normalin azaltılmışı, adı üzerinde, hafifletilmişidir. Marketlerde bu ürünler için özel reyonlar var artık. Sözgelimi diyabeti olanlar için şekerden yoksunlaştırılmış, obez için kalorisi azaltılmış, bir diğeri için glutensiz olan gıda demektir "light". Yani mücbir bir hal vardır tüketmek için, hiçbir zaman doğalının yerini tutmayacağı biline biline.

Bir nesli, giderek toplumu "light" yapmaya çalışmak da bundan farklı değildir aslında ve çok tehlikeli sonuçlara götürebilir. Etrafınıza baktığınızda yaygınlaştırılmaya çalışılan "metroseksüel" bir yaşam tarzı içinde eriyen erkeklerin, feminist akımlar içerisinde eskilerin Red-Kit'in bir kahramanı olarak hatırlayacağı "Calamity Jane" (Kalamiti Ceyn) türünde erkeksileştirilmiş bayanların çoğaldığının farkındasınızdır sanırım.

Yapılan araştırmalar ülkemizde sperm kalitesinin giderek düşmekte olduğunu gösteriyor. Bu şu demek: her geçen gün daha fazla çift (interfilite) çocuk sahibi olamama şikayeti ile doktor kapısı çalıyor. Bunun bir nedeninin de yukarıda değindiğim sosyal çevresel etkilerdeki bozunum olmadığını kim söyleyebilir. Bir süre öncesine kadar hayati hastalıkların oluşumunun sadece gen mutasyonlarından olduğuna inanan bilim dünyası artık genler bozulmasa dahi çevresel, psikolojik vb. faktörlerle yani; epigenetik yollarla da bozuk çalışabileceğini ve kalıcı sorunlar oluşturabileceğini söylüyor. Daha anlaşılır şekilde, kendimize tanımladığımız sosyal yaşam şekillerinin etkisi giderek neslimizi tehdit edebilir, nüfus artışı giderek bu yolla düşebilir. Tabiki bir başka sosyal rüzgarla her an korozyona uğrayan, "işine gelmiyorsa bırak gitsin", "önce kariyer", "olmasa da olur" telkinleri sonucu evlenmek isteyen kimse kalırsa.

İnşaat sektörü bile 1+1'e yönelmiş durumda. Bunu arz-talep ilişkisi ile mi yoksa yine toplum mühendisliğinin bir "azmettirme" teşebbüsü olarak mı görmeli, emin değilim ama giderek yalnızlaşıyor insanlar ve yalnız yaşama itiliyor.

Geçenlerde tanınmış bir mobilya markasının İstanbul'da belediye otobüslerine giydirilmiş reklamı ile irkildim: "Eve çıkmayı gözünde büyütme! Gel kampanyaya..."

Yapılan güzel şeyleri doya doya alkışlamaya bazen çekinmem işte bundan: Hala görevini yapmayan, layığı ile yerine getirmeyen çok kamu görevlisi var. Var ki, üç tane mobilya satacak diye, toplumun değerlerini dejenere etmeyi, Avrupa'daki örnekleri gibi 16-18'li yaşlarda aileden koparak "eve çıkmayı" özendirecek kadar göze alan böylesi kendini bilmezlerin verdiği reklamı bir kez dahi okumadan onaylıyor, otobüslere, bilboard'lara döşettiriyorlar. Rekabet kurumu da sağolsun, hiç oralı olmuyor.

Uzun bir süredir yayında olan bir spor gazetesi var, adını edebimden dolayı zikredemeyeceğim. Çünkü isim olarak kendisine çok kötü bir küfürün, Z kuşağı denen nesilce yoğun olarak internette kullanılan üç harfli kısaltmasını seçmiş. Muradı belli; futbolla haşır neşir, fanatizme düşürülebilme eğiliminde olan, güya futbolla ilgili bilimum kumar aletlerine, bahislere müptela edilebilecek, ağa düşürülmeye namzet bir okuyucu kitlesine hoş görünerek çantada keklik durumuna düşürmek. Akla zarar bir durumki, koca bir ülkede, Rekabet kurumundan Basın Konseyi'ne kadar envai çeşit kurumdan, kurulultan, sivil toplum örgütünden tık yok.

Yaptıkları ayrıma göre, Y kuşağının bir ferdi olarak ben çok yadırgıyorum içinde suni değersizleştirme, mekanikleştirme, şablonlaştırma olan, hayatın varoluşsal kompleksliği karşısında "bırak dağınık kalsın" modunda bir felsefeyi. Öğrenciler, hocalarının ürünüdür. 4 dakika 38 saniye sonra odasında buluşmak konusunda randevu veren hocalarım oldu benim. Bu uç bir örnek olsa da, disiplinli duruşun başarının anahtarı olduğuna yürekten inananlardanım.

Disiplin "hayt, höyt" demek değil, tarihi gelişim içinde, tecrübelerle toplumca kabul görmüş ve duyarlı bilim insanları tarafından da konsensüsle tavsiye edilen bir kararlılığı ve duruşu hissettiren bir süreçtir.

Sözün bittiği yer, "yapmadım, ne var?" dendiği yer. Bu pişkince edayı özellikle Z kuşağından çok kolay duyarsınız. Bir dış çevreleyen kabukla sorumluluk ilişkisinde pay almaya yer yoktur, çoğu zaman. Çekincesi, "eyvallah"ı yoktur. Yılların öğretmenini, komutanını bile ne yapacağını bilmez bir duruma düşürebilir bu hal, karşısında kendini bir zincirin halkası, bütünün parçası olmaktan çok, kendinden müstakil bir birey olarak tanımlayan, sorumluluklarına "olsa da olur olmasa da" gözüyle bakan ve yapmadığını da kendine has, Z kuşağı edasıyla söyleyebilen karikatür tadında bir nesil geliyor.

Modern yaşam sınırsız serbestlik değildir. Eğitimin hayati olduğu üç kurumda eğitim disiplinli bir şekilde yürütülmelidir:

Ailede disiplin: Hayata geliş amacı konusunda bilinçli, ahlaklı, terbiyeli, soran, sorgulayan, zorla tabiyetle değil, bu süreçler sonrasında kendi seçtiğine inanan, akıl ve kalbinin farkında bireyler üretmek için.

Okulda disiplin: Düşüncesini savunmak konusunda özgüvene sahip, idealist, toplumun bir parçası olduğunun ve ona karşı sorumlulukları bulunduğunun bilincinde, paylaşımcı, aydınlık bireyler üretmek için.

Askerde disiplin: Göğsündeki rozet, omzundaki apoletin temsil ettiği ruhun, akıtılan kanla mübarek kılınan vatanın, çeşitli nedenlerle birbirini yiyen bunca insandan oluşan bir milletin "Mehmet" diye bağrına bastığı, hiçbir yerde aç, açık olmasına razı olmadığı ve hep şefkatle muamele ettiği, güvendiği, muhabbet beslediği ulvi makamının kutsiyetinin farkında, caydırıcı zekaya sahip, aklıyla, fikriyle, kıvraklığı ile "Al ve Akımızı"; bayrağımızı yere değdirmeyecek askerler üretmek için.

Günümüz örneklerine dönüp, aile hocaları olan ebeveynleri, okulda öğretmenleri ve kışlada komutanları bu minvalde düşününce doğrusu içim daralıyor, "modernliği" "light" olmaya eş algılayan ve ürünleri olan genç ve çocuklara doğru değerler aktarmak, örnek olmak gibi telaşı olmayan, günübirlik yaşayan insanlar görüyorum ve çok üzülüyorum, gelecek adına. Bu ifade asla bir yeis değil, objektif bir özeleştiri sadece. Gören gözler artarsa, modernite diye şu empoze ettikleri, hergün kalemimle kırıp geçirdiğim değersizlik, aşırı tüketicilik, şuursuzluk bulutları dağılırsa elbet düzelir.

Geleceği şekillendiren eğitim anlayışında yabancı kaynaklardan ezber okuyan, imaj satan kişisel gelişimcilere değil, kendi kültürümüzü dikkate alıp bilimsellik damıtımından geçiren beyinlere, seslere kulak vermeli toplum.

"Light" bir dünya hastalar için vardır. Sağlıklı toplumlar her işin hakkını vererek yapanlardır.

Cem TURAN