16 Mart 2016 Çarşamba

DİKKAT! SALGIN VAR (EĞİTİM-ÖĞRETİM)

Bugünün insanına bir bakın, nasıl yetişiyor?

Gelişmek, gerçekten kendi sınırlarını aşarak bir beden idrak, algı açısından yeni ufukları görebilmek olsaydı; kurslar sınavlara kadar, dersler son yazılıya kadar olur muydu? Kitaplar mecbur bırakılan son gün, bir daha açılmamacasına kapatılıp mühürlenir miydi?

Bilgiye hürmet olsaydı, kitaplar dönem sonlarında çöp kovasını boylar mıydı? Hiçbir kitabın yolu kağıt hurdacısına düşer miydi?

Dürüst olun! Bugünün meyvesi olan insan genetiği değiştirilmiş ve doğasından ayrılmış bir beyin taşımıyor mu? Koca bir toplum "öğrenme" olarak kendini aldattığı ezberleme işini sınavlar, kendini kabul ettirmeler, eşiklerden atlamalar, başkalarını geride bırakıp vaad edilen makamları almalar için yapmıyor mu?

Şimdi durun ve şu soluksuz akıttığımız koşturmacanın bir an dışına alıp kendinizi, zamanı birkaç saniyeliğine dondurun: Düşünün, siz de onlardan değil misiniz?

Hangi babayiğit, öğrenmeyi gerçekten öğrencilerine sevdirebilmiş ve yaşamın vazgeçilmezi olarak kabul ettirebilmiş öğretmen, son yazılıdan sonra çocuklarının derse ilgisini koruyabiliyor?

Zaman zaman zararlı alışkanlıklara başlama yaşının ne kadar düştüğüne yönelik haberler duyarsınız. Kastedilen zararlı alışkanlıklar genellikle sigara, içki ve uyuşturucu gibi kimyasallardır. Oysa şuursuzluk, idraksizlik, dünyada bulunuş amacına karşı farkındasızlık da kötü bir alışkanlık değil midir? Öyledir, hem de ne beter bir illettir, bulaşıcıdır, koca bir toplumu alır içine de ortada sadece yaşadığını düşünen materyal, ünvan, madde bağımlıları kalır.

İşte bu illete de başlama yaşı bir hayli geriye çekildi. Olsa olsa ilkokulun ilk birkaç sınıfı bundan hariç tutulabilecek şuur için steril zamanlardır. Çünkü onlar henüz zehirlenmemiş, bu amansız mikrobu toplumdan, ailesinden almamış, alsa bile Allah'ın insanın içine yerleştirdiği antikorların baskın gelerek bitmek, tükenmek bilmeyen merak ve iştahla dünyayı, yaşamı kavrama dönemidir. 

Altın çağ denilen bu dönemden sonra gereği yapılmazsa, vücudun algı bağışıklığı daha fazla dayanamaz ve çöker, insan çevresinin kendisine enjekte ettiği düşünmezlik mikrobu için artık yataklık etmektedir. Altın çağındaki altın, çevre eliyle önce gümüşe, sonra bronza, bakıra, demire ve kömüre döner; artık değer üretmeyen ama önem için çabalayan biri olur insan.


Üniversite sınavına hazırlanma aşkıyla liseyi öğrenimini ikinci sınıfta boşlayan öğrenciler duyduk. Öğrenci velilerinin azmiyle elde edilen naylon hastalık raporlarıyla hayalet sınıflara döndü lise son sınıflar. Sonra ne oldu? Sayın yetkililer düpedüz tatil ilan ederek, bu çocuklara resmi izin vererek eğitim ve öğretimin bu hastalık karşısında çöktüğünü bir kez daha ilan etmediler mi?

Aynı dert, ortaokulun sonunda da TEOG aşkıyla yananları bekliyor. Ortaokul son sınıflar adeta TEOG için adeta savaşa hazırlanıyorlar.

Hastalık ilerlemeye devam ediyor: İlkokul son sınıf öğrencilerini de özel okulların bursluluk sınavları derdiyle kavuruyorlar. Hırs küpü velilerin, herşeyden bihaber yavrularını yarış atına döndürdükleri, bu uğurda özel ders aldırdıkları acayip bir koşuşuturmaca ile ilk ağır hastalık nöbetini geçiriyor, oyun çocukları. Bu sınavların yapıldığı Mart ayından sonra da hırs yorgunu dimağlarda arayın ki derse katılan öğrenci bulasınız.

Veliler kendi yaşamadıkları hayatı istiyorlar. Öğretmenlerin bir kısmı ve bu sistemin beslemesi olan kurslar da böylesi bir veba salgınını körüklüyorlar. Geleceğin dehalarını bilim insanlarını, içlerindeki hayallerini ve yaşamı anlayabilme azmini yok edip yerine çoktan seçmeli şıklarla hayata bakan hafızlık, ezbercilik katarak adeta nesilleri katlediyorlar. Ellerinde blok blok sınava hazırlık setleri, soru bankaları, geçmiş soru setleri, taktikler, tüyolarla dolaşan ve ufukları TEOG, LYS, KPSS ve bilmem alfabedeki ne harflerle türetme sınavlardan oluşan tuhaf canlılarara dönüştürüyorlar.


Bunlarla bitiyor mu? Üniversitelere akademisyen, bilim insanı, yüksek lisans ve doktora öğrencisi alınıyor. Neyle alınıyor? Yine aynı şablondaki ALES sınavı ile. Yani kurs çocuğu olup, ezber yapabilen ve zaman yönetimin kurdu olmuş, bilimsel kişiliğe ve derinliğe dair dirhem sınama olmayan bir test sınavı ile. Bazı aklı başında ve köklü üniversiteler kendi bünyesinde bilim sınavı yapıyor ve asıl ölçülmesi gereken, aday olunan alandaki bilimselliği ölçmeye çalışıyor. Ama YÖK diyor ki en kıymetlisi ALES sınavı ve bu testin sonucudur asıl belirleyici olan. Sonuç: Bilimsel sınavın birincisi üniversiteye alınmıyor; ALES notu yüksek, zamanlamanın piri, kurs cengaverine kapı zoraki açılıyor. Akıbet: Bugünkü üniversitelerimizin akademik hali ortada. Test meraklıları içeride, bilim meraklıları desteksiz dışarıda ki onların bir kısmı bu güdülerini tatmin edecek ortam bulamadıklarından illegal örgütlere lider bile olabiliyorlar.

Kim bilir; belki de her önemli salgın hastalıkta yapıldığı gibi karantinaya alınmalı ve islah edilmeliyiz ama bu hastalığımıza derhal bir çözüm bulmalıyız. Yaşamı madde, iktisat, para olarak görenleri de harekete geçirmek için söylemeliyim ki; aksi halde hiçbir zaman gıda dışı sanayi ihracatımız, ithalatın önüne geçemeyecek. 

Evet belki ben dokuz köyden kovulurum, beni kimseler sevmez bu doğruculukla ama eğitim öğretim adına akıttığımız bu zehir son bulmalı, meraklı ve "oku"yan insanlar üretmeliyiz ve en önemlisi bunu kendisi ve merak güdüsünü tatmin için yapmalı. Ürettikleri de insanlığa hediyesi.

Cem TURAN