18 Aralık 2012 Salı

DİLEKÇELERDE ARZ ETMEK

Hepimize Türkçe derslerinde dilekçelerin sonunun, eğer bir kamu kurumuna, idari bir makama verilecekse "arz ederim" ile bitirilmesi gerektiği öğretildi. Muhtemelen sizler de bunu yıllar yılı benim gibi böyle uygulayageldiniz. Ancak birkaç yıl önce okuduğum bir hocanın makalesinde, bu uygulamanın darbe döneminde başlatıldığı ve kamunun yani devlet kurumlarının ve temsilcilerinin kendisine dilekçe veren vatandaştan daha "üst" makamda olduğunun bilinçaltına işlenmeye çalışıldığına vurgu yapılmıştı. Bireyin artık bir talebini iletmek için yazdığı dilekçede "arz ederim" yerine "rica ederim" kullanması gerektiği ifade edilmişti.

Düşündüm, haklı buldum ve o gün bugündür ısrarla dilekçede "rica" edenlerdenim. Hatta zaman zaman bakanlık, müdürlük gibi yerlerde hazırlanmış matbu dilekçeler kullanmam gerektiğinde "arz ederim" kelimelerinin üzerini bir çırpıda silip yerine büyük puntolarla "rica ederim" konduruveriyorum ve hiçbiri reddedilmiyor.

Bu süre içerisinde televizyonda da "arz ederim" uygulamasının bu şekilde çıktığını teyit eden bazı konuşmacıları da dinledim. Aslında ta Devlet-i Aliyye olan Osmanlı İmparatorluğu'nun devlet geleneğine de bağlı olabilir bu bakış. Kaynağı ne olursa olsun, "Milleti yücelt ki devlet yücelsin" felsefesine tezat teşkil etmekte.

Sonuç olarak; olması gerektiği gibi, bireyin ön plana çıktığı, devletin tüm kurumlarıyla bireye hizmet için var olduğu yaklaşımının güçlendiği bir dönemi yaşamaktayız. Eğer durum böyleyse, dilekçelerimizde siz de "rica etmeye" özen gösterirseniz, bu kötü geleneğin kısa sürede tarih olacağına inanıyorum.

Belki de...

Gün gelecek, bir devlet dairesinden gelen ve adınıza hitaben yazılmış mektup "arz ederek" nihayet bulacak: Devlet, hizmet etmek üzere var olduğunun bilinciyle; vatandaşına arz-ı hal edecek.

Sözün halin göstergesi olması ümidiyle, işte o zaman medeni bakışın, bireyin ast değil üst konumuna yükseldiği bambaşka bir faza geçmiş, dünya arenasında farklı bir ligin oyuncuları olacağız.

Hepinize bol "rica"lı günler dilerim.

Cem TURAN

12 Aralık 2012 Çarşamba

YERLİ MALI KULLANMA BİLİNCİ



  12-18 Aralık tarihleri arasında Tutumluluk, Yatırım ve Yerli Malları Haftası'nı kutluyoruz. Pek çoğumuzun haberi dahi olmadan gelip geçen ve hatırlarımızda sadece ilköğretim hatıralarımıza hapsettiğimiz, elma, armut gibi meyvelerle özdeşleştirdiğimiz haftanız kutlu olsun.

  Sahi, sizin için bir önemi var mı, yerli malı kullanmanın? Sizi bilmem ama genelin pek de ilgisi olmadığını rakamlar söylüyor. Bizim yerli malı kullanmak konusunda bir hassasiyetimiz maalesef bulunmuyor. İstatistikler, alışverişlerimizde en temel göstergenin fiyat ve marka olduğunu söylüyor. Dolayısı ile markalaşma bilincine sonradan kavuşmuş garibim, yerli üreticinin imajla tüketici üzerinde hipnotik etki oluşturmak konusunda kompetan olmuş yabancı markalar karşısında çok da şansı olmuyor.

  Bilinçaltımıza yerleşmiş bu kumpastan çıkamayışımız ise yerli üreticinin büyüyüp birer dünya markası olmasının en büyük engelini teşkil ediyor. İşlerin yolunda olduğu izlenimi uyandıran en babayiğit markalarımız bile işçilerinin maaşlarını ve genel giderlerini ödemeden başını kaldırıp uluslararası arenada bir marka stratejisi güdemiyor, bunun için çok önemli olan profesyonel destek almayı hep ikinci hatta daha alt sıralarda bir öncelik olarak görüyor.

  Profesyonel iş yaşamım boyunca tanık olduğum ve oldukça manidar olan iki olayı buraya alıntılamak istiyorum:

  Almanya'dan turist kafileler getiren bir turizmci müşteri yöneticim anlatmıştı: Vaktiyle, bir Alman grup Türkiye'de paket tatillerini yapmak üzere getirilir. Ancak ilerleyen günlerde kafile üyelerinden bir Alman turist bir Alman markası olan cep telefonunu klozete düşürür ve cihaz onarılamayacak şekilde tahrip olur. Alman bayan, durumu kafile rehberine iletir ve yeni bir telefon edinmek için yardım ister. "Hay hay" derler ve en yakın cep telefonu bayisinin yolunu tutarlar. Ulaştıklarında kadın hiç bakınmakla vakit kaybetmeden, doğrudan satış görevlisinin yanına koşar adım gider ve rehber yardımıyla "Siemens" telefon sorar. Tercüman da telefoncu da şaşırır, çünkü malumunuz, pek de rağbet gören bir marka değildir ve muhtemel sonuç olduğu üzere, halihazırda bulunmamaktadır. Olumsuz yanıtı alan turist, bir hayli heyecanlanır ve "mutlaka bulmalısınız" kabilinden bir reaksiyon gösterir.

  Hikayenin devamında ne mi olur? Bizim için anlamsız, gereksiz gelebilen bu talep sahibinin kararlılığı karşısında başka bir marka almaya ikna edemeyen turizm firması, özel görevlendirilen bir kişi refakatinde turist kadını neredeyse bütün gün, İstanbul kazan onlar kepçe olup dolaştırırlar ve sonunda turist hanım muradına erer. Mutlu son!

  Dürüst olun, evinizden binlerce kilometre ötede siz o turist yerinde olsanız ne yapardınız?
  İkinci hikayem de buna benzer ama konunun daha fazla uzamaması için kısa tutacağım. Yine turizmden, bir başkası anlatıyor: Bu firma Japon turistlere yönelik incoming (ağırlama) hizmeti veriyor. Diyorki; "Japonlar'ı getirebilmek için şehiriçi transferlerinde Mitsubishi otobüs kullanılacağını taahhüt etmek zorundayız, aksi halde gelmiyorlar..."

  Yine dürüst olalım: Empati yapalım, otobüsün markasını, konforlu ve lüks olması durumunda hangimiz umursarız? Bize göre bu fuzuli ve tali olan bir konudur hatta böyle bir konuyu problem yapmayı geçimsizlik sayar, onlarla mümkünse böyle bir yola çıkmamaya çalışırız. Değil mi, siz böyle yapmaz mısınız ya da yurtdışında Bursa fabrikalarından çıkma bir yerli taksiye binmek talebinde mi bulunursunuz? Herhalde herkesten önce kendinize "saçma!" der, aklınıza gelen bu düşünceyi bir güzel azarlarsınız, değil mi?

  Yine dürüst olmalı, dürüst olmak hayatın her alanında önemli: Eski bir çocukluk oyunu vardı; bir, iki, üç: Tıp! kimse kımıldamasın ve üzerinde taşıdığı, evinde, işyerinde kullandığı giysiden telefona, bilgisayardan televizyona, buzdolabından davlumbaza kadar eşyalarınızın envanterini çıkarın. Yüzde elli kasıtlı, üreticilerimizi desteklemek bilinciyle yerli kullanıcısıysanız alnından öpülecek, altın madalyaya boğulacak bir insanısınız, kutlarım.

  Kısaca yerli malları, adet yerini bulsun diye okullarda elmalı armutlu partiden bozma bir etkinlikle kutlanacak bir konu değil hayati bir memleket meselesidir. Kamu desteği olmaksızın markalaşma olmaz, markalar serpilip büyüyemez. Ve bu olmayıp oldum olası devam eden duyarsızlığımıza sürdükçe, cebimizdekilerini başkalarına kaptırıp aldıklarımızla başkalarına bağımlı kaldıkça ekonomik, sosyal.. hangi alanda bağımsız bir iradeye sahip olduğumuzdan söz edebiliriz?

  Seminerlerimde içimde bu konudaki duyarsızlığa duyduğum kırgınlık nedeniyle oluşan acıyı bastırmak için olacak, sık sık kullandığım bir cümle ile konuyu kapatayım:

  "Çözümü için gayret edenleri desteklemediğiniz hiçbir sorun hakkında şikayet etme hakkınız yoktur."

  Kurulu tezgahları destekleyin, yerli malı kullanın. İstediğiniz standartlarda değilse eleştirin, bağırın çağırın, şikayet edin, ümüğünü sıkın... Ta ki daha iyisini onlara ürettirene, ekonomimize kazandırana kadar. O zaman kendinize, bu topluma hizmet etmiş bir kahraman gözüyle bakabilirsiniz.

  "Ben keseme bakarım, bana mı kaldı?" diyen basiretsizlere yanıtım, bir ürüne rağbet artar ve üretim miktarı arttırılırsa fiyatının radikal olarak düşeceği ve bundan en fazla tüketicinin istifade edeceği gerçeğidir.


...
Olmasın artık dilden dile lâkırdı,
Yurdun malı, herkes onu kullanmalı.
Ki yerdeyse ihracatın halen sırtı
Sebebini, senin ilginde aramalı.

Bizim millet ticaret sever, ekler üste kârını
Üretmek enayilik mi, yok mudur hiç alanı?
Bir elinde görmeden kapar elinden akçanı
Hatta senin yerine işler bağını bostanını.

El açtık, bağdaş kurduk, gören sanır dilenci
Para derdinde değiliz, esirgeme ilgini
Sen hem destekçim hem kalite öğretmeni
Şuur gerek, aydınlık gerek, için terk-i fakiri
Böyle parlayacak, bu memleket istikbâli.

Farkında mısın bilmem, hâlâ uykudasın
Maçla, diziyle, lafla halâ ninnidesin
Ey varis-i dar'ül ilim, baydı senin rehavetin
Görsün o gözler ki hâlâ safi pazarsın.

Lafla peynir gemisi nerede yürüdü?
Hani ilken; övün, çalış ve güvendi?
Bırak kalsın artık mangalda külleri,
Ya üret ya destekle, ter ile üreteni.
...


Cem TURAN