27 Temmuz 2015 Pazartesi

NE İSA'YA NE MUSA'YA DERLER YA; YARANMAK NE MÜMKÜN

Geçtiğimiz günlerde iki ayrı dostuma, "sizinkiler" diyerek beni afaroz edercesine, kendi görüşlerinin dışında bir yerlere montelemeleri üzerine halimi anlatma ihtiyacı duyarak yazılar yazmıştım. Bunların karmasını aldığımda, ortaya herkes için ibret alınması gereken hususlar olabileceğini düşündüğüm bir metin çıktığından sizinle de paylaşmak istiyorum:

Bir işi yapan olmak, bir işe bakan olmaktan çok daha üzerinde konuşulmaya neden olur ve dikkat çeker, bu kaçınılmaz.

Bir arabada giderken pek kimse yolcunun nasıl oturduğunu, cama yamuk baktığını eleştirmez, hemen her yolcunun odağında sürücü varken; nasıl kullandı, ne hata yaptı...

Bu doğal bir durum çünkü sürücü olmak bir eylemdir, icra makamında bulunuştur ve onun eylemi bir kitleyi, araba yolcularının tamamını etkiler.

İster bir araba ister bir ülke; ölçek ne olursa olsun, durum hiç değişmez. İcra makamı eleştirilme makamıdır.

Bu makamda bulunan hata yapma riskini ancak hiçbir şey yapmayarak sıfırlar o da o makamın hakkını vermemek olur. Her eylem, her idari karar; kendi içinde hatayı da barındırır. Bir işte mutlak hatanın sıfır olduğu tek an ölüm ve sonrasıdır. Yani hata yoksa ölmüşüz demektir, iyiki vardır hatalar.




Eleştiriyi biz hep kötü bir anlamda algılıyoruz oysa bir konuyu kritik etmek, artısını eksisini değerlendirmek, hem doğrusunu övmek hem yanlışını yermektir. Özellikle fanatik ellerde eleştirmek maalesef, muhatabın hiç bir olumlu yönünü görmeden yapılan, kuru sıkı bir frene dönüşüyor. İş yapana bir zulüm, cesaret kırıcı bir hal alıyor. Oysa eleştirmekteki amaç; iş yapanı daha iyi ve doğru olana sevk ve teşvik olmalı. Objektif ve yapıcı eleştiri böyle bir şey. 

Bilmem kimci olmakla adeta savaşım var: Allah'ın verdiği akıl, vicdan ve iradeyi yok sayarak herhangi bir kimseye derin, körü körüne, bağnazca tabi olmak, düşünen biri için; insanın kendini ve mükemmel varoluş tasarımının reddi anlamına gelir.

Ama herkes ve her konu için: Beşiktaşlılığımdan tutun Atatürk'ten çıkın, Ak'ından Kara'sına kadar... Yaşam hatadır, yaşayan hatalıdır, hatasız iş olmaz. Kimseyi putlaştırmam; yererim de överim de, eleştirilere kulak tıkayıp affedilmez olduğunda silerim de.

Ne kimseyi övmem beni oncu yapar, ne kimseyi yermem; beni onun düşmanı...

Ve adaletin, eşit olmak, eşit mesafede kalmak olduğunu kim söyledi? Mıknatısın N ve S kutupları birbirini çeker ve kutuplar karşısında ne kadar kendi tarifine uygun bir kutup bulursa, o kadar iştahla çeker. Yeterki bağnaz bir taassup içinde, sorgulamasız bir fanatizmle, yularını başkasına vermişler kabili bir hayata bakış olmasın.


Okuyanlar farkında olmalı; eleştirilerim ve özellikle tenkitlerim bizatihi kişilikleri hedef almaz hiç; ama yaptıkları işe verip veriştiriyorum. Özel hayatımda da hep davranışları eleştiriyorum ama insanların öz fanatizmileri ve öz benperestlikleri o kadar ayyuktaki; o eleştiri hemen kişiselleştirilip belden aşağı çekiliyor çünkü bizde davranışları karşılıklı eleştirerek sosyal iyileştirme mekanizması değil, kişiliklere, soylara, ırklara, memleket ve bölgelere vurup hır çıkarma güdüsü ağır basıyor.

Mademki dünyanın bütün uyuşturucu eğlencelerinin arasında, düşünmeden şuursuz bir yaşam süregelen bunca hemcinsiniz var iken size zahmetler vererek, beyninizi zorlayarak bu tür yazılar okumaktasınız; o halde bu ricam size: Fanatizme uymayın, bir iş yapmak isteyeni eleştirerek doğruyu gösterin, "bizden değil" diyerek tüh, kaka ilan etmeyin.

Tek bir hayatımız, tek bir dünyamız, tek bir ülkemiz var ve direksiyondakine, her kimse sahip çıkın, bildiğiniz doğrularla yön gösterin ama şarampole yuvarlanmasını asla beklemeyin; hırsınızın sağduyunuzun önüne geçmesine izin vermeyin lütfen. Direksiyona kim geçerse geçsin, derdi bizi salimen götürmek olduğuna inanın. Derdi başka olan lider çıkarmaz bu ülke, buna inanın. Hepimiz o arabanın yolcusuyuz ve artık dolanmakla zaman kaybetmemeliyiz.

Kısaca; bizimki sizinki diye birşey yok ve olmamalı ki, birbirini yiyen bir adım ötedeki çöl bedevilerinden bir farkımız olsun. Biz biriz ve ortak bir akıl üretir, geliştirir ve uygularız. Öyle yapmalıyız, buna can pahasına inanıyorum.

Deyimde öyle geçtiği için kullandım, yoksa başlarına hazret koymak isterim: Ne İsa'ya ne de Musa'ya yaranamadım vesselam. Nasıl yaranayım; övdün mü karşıdan top atışı, yerdin mi buradan süngü, gülle. İnsanoğlu ne de çok seviyor övülmeyi. Oysa tüm görüşleri yoldan çıkaran şey, dalkavukça yapılan alkışlar olmuştur.

İşte bundandır; zayıf bir ağım var insanlarla; az ama öz olsun. Tenkiti hatasını düzeltmek için nimet, övgüyü mahcubiyetle karşıladığı teveccüh olarak görsün. O da bana aynı şekilde hakkı ve sabrı tavsiye etsin, kusurumu bana bildirsin, başkaları umursamazca alkışlarken. 

Şayet ben dalkavuk cemaatinin ortasında bulunmayı dileseydim, bu kadar derin filtrelerden geçirmeseydim doğru insanlığa yoldaşlığı; insanla uğraşmadan, en yakın hayvanat bahçesindeki şempanze kafesinin önünde alırdım soluğu. İnanın onlar zahmetsiz, ne yapsam tekrar ediyor, yaptıklarıma çılgınca alkışlar savurup, beni çok eğlendiriyorlar. Oysa ben daha iyi, erdemli bir insanlık ve böylelerinden oluşan yaşanılır bir dünyanın gayret ve özlemi içinde, belki de tam bir ütopyayı umuyorum. 

Samimiyetimin delili şu olabilir: Eğer otuz yıl önceki bir sınıf arkadaşım ya da şimdi birlikte çalıştığım arkadaşlarım, önlerinde saygı ile eğildiğim hocalarım, ve hayatımı paylaştığım her kim beni bundan farklı bir hal üzere tanıdıysa söyleyebilir mi?

Derdim ne İsa'ya ne de Musa'ya yaranmak. Devekuşu değilim ki, başımı kuma gömeyim; olsa olsa gerçekleri aramak, tembellik etmeden ve bulduklarımı hem hayatıma tatbik etmek, hiç üşenmeden hem de paylaşmak, kimseden saklamadan.

Cem TURAN

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder