15 Temmuz 2015 Çarşamba

MEDENİ DÜNYADAN MODERN DÜNYAYA MEKTUP VAR

Eğer amaç "ne?" sorusuna yanıt vermekse birkaç destelik kelime haznesi ile yaşam sürmek mümkün. Yan etki; dil kullanımı ile ilgili beyindeki nörotik yolların körelmesi. Tıpkı terkedilen ve artık kimsenin yaşamadığı bir dağ evine giden yolun üzerinin arsız otlar bürünerek kaybolması gibi. Son yıllarda, kendini ifadeden yoksun bir nesil türediğine kanaat edilmiş olacak ki; dile ait bu yolların kapanmasını önlemek için özellikle teknik bölümlerin müfredatına"sözlü ve yazılı anlatım" diye bir ders konulduğunu görüyorum üniversitelerde, bunun pek de yeterli olmayacağını bile bile.

Bir iletişimde "ne" kadar "nasıl" sorusunun da peşine düşmeli insan. İşte o da hayatı yaşanır kılan sanatın doğuş nedeni. 


Gelişen moderniteyle birlikte, sadece fonksiyonelliğin yeteceği gibi tuhaf bir kolaycılık hastalığına düştü insan. Yaptığı binalar bile düz, şurup kutusu gibi dikdörtgenler prizması şeklinde çünkü amaç barınma. Bir de Beyazıt'tan Aksaray'a kadar yaya bir yolculuk yapılmalı; sağa sola bakarak. İstanbul Üniversitesi, Süleymaniye, Vezneciler konakları, taşa dantel havasını veren Valide Sultan...

Hangisi daha kalıcı, anlamlı, hangi dönemde olursa olsun değerli?

O halde kağıt üzerine mektup yazıp postaneden atmak, nostaljik bir olay olmamalı. Tabi eğer kalıcı olmak ve ne söylendiğinden çok, nasıl söylendiği önemseniyorsa.

Atatürk'ün yazdığı mektuplar önemli bir mirastır, gençlik için. Padişahların mektuplarının üzerine kurgulanmış diziler izlediniz, son yıllarda. E-Posta olsaydı acaba bunlar olur muydu?

Düşünceleriyle toplumu etkileyenlerin, bilim insanlarının, filozofların ve diğerlerinin birbirlerine yazdıkları mektuplar asırlardır önemli rehberlerdir, mektubat denilen bir külliyat doğururlar. Newton'un mektupları okumaya değerdir, Darwin kitaplarından bir satır bile okumadan saldıran tembel fanatikleri yalanlar mektuplarıyla, Einstein'in bize okumadan inananlarca anlatıldığından çok daha derin ve çok yönlü bir kişilik olduğunu, haykırır mektuplarında; bize mektuplarında öğretir gerçek bir bilim insanının nasıl olması gerektiğini. 


Daha geçenlerde, yurtdışından sipariş edeceğim bazı kitapları belirlemek için oldukça köklü bir yayınevinin merkezindeydim. İçeri girdiğimde, altın varaklı bir çerçeve içinde duvara asılmış ve 1960'lara ait bir mektup karşıladı beni. Yayınevinin o tarihlerde çıkarmaya başladığı bilim ve teknoloji dergisinden övgüyle bahseden ve altında; dönemin cumhurbaşkanı Fahri Korutürk'ün ıslak, "gerçek" imzasını taşıyan bir mektup. Artık bir tarih.

Oysa çoğumuzun e-posta hesapları "yer açmak" için hunharca silmeye ayarlıdır. Hangimizin internetin Türkiye 'de yaygın kullanıma girdiği 90'lı yıllardan kalan ve özenle sakladığımız bir elektronik postası var. Bırakın onu, geçen yıldan bıraktığınız bir şeye de razıyım. Halbuki iletişimin çıktısı, sadece günübirlik anlaşımlar için üretilmiş kelimeler olmamalı.

Arşivimde rahmetli babamın rahmetli anneme, evlenmelerinden önce yazdığı mektuplardan birkaçı var. Artık birer tarihi vesikalar. Bir değerler. 

Maddeyle tıka basa doymuş bugünün insanına nasıl bir hediye sunmalı ki, hiç olmazsa özel bir günde; onu etkilesin, unutamadıklarından olsun? İnternetten seçilen basitlik ürünü , fabrikasyon bir SMS mi alıcısını özel hissettirecek?

Eşe dosta alınmış AVM poşetli veya "internette zahmetsiz ve süratli edinilmiş" bir hediye mi daha büyük inovasyon bugün yoksa sadece ona özel, orijinal el yazması; üzerine ter, belki gözyaşı ama mutlaka emek ve sevgi bırakılmış, "gerçek" bir mektup mu? Hangisinin bizden yadigâr kalıcı bir seda bırakacağını bir düşünün. :)

İnsanların hızlı iletişim adı altında birbirlerini adeta sıradan teferruat durumuna düşürdükleri bir dünyada, "gerçek" posta kutusuna, "gerçek" postacının bıraktığı, sizin için "gerçek" mürekkeple, "gerçek" kağıda yazılarak "gerçekten" size verilen değeri bas bas bağıran "gerçek" bir mektuba paha biçilemez. Ve insan bunu hak eder, çünkü gerçektir.

İnsan fani olabilir ama sanal değil. İki sıfat arasındaki temel fark; ardında kalanlardır. Korkarım sanal dünyanın bir var bir yok, sinyallerle kurulmuş anlık ortamları kalıcı insansı medeniyetler inşa etmek için çıktı üretmiyor. Çekildiğinizde varlığınız da yokluğunuz gibi yalan ve hikaye oluyor. Evet iletişebildiniz anlık mesajlarla ama kalıcılaşamadınız. Siz gittiğinizde, size ait veri alanı formatlanıp başkasına tahsis edilmiş olacak bile. 


Değersiz bir veri kaydından ibaret olmayı içinize sindirebilir misiniz? Belki. Bankacınız ekranındaki okuduğu rakamsal veriyle tanımlar sizin ne kadar muteber, saygıya değer olduğunuzu ama telefon açıp size yalancıktan ilan-ı aşk etmekten geri de durmaz. Ama aynı riyakarlık, dostluk ilişkisinde de yaşanıyor, hazır şablonlara ve anlık mesajlara kurban ediliyorsanız, bu durum sindirimi güç bir yozlaşmadır, bana göre ama bunu meşhur Z kulağına anlatmam biraz güç.

Son söz: Bir kişiyi alınabilir hediyelere boğup iki satır onun için ıslak bir yazı, mısra üretip bir zarfa koymamış olmak, çağın gerekliliği ve modernite değil; insanın zaman karşısında dağılması olabilir. 

İletişimde kalıcılık bir medeniyet ölçütü ise mağara resimleri, açık ara önde gider. Tuhaf ama gerçek. Biz de hiç olmazsa kağıda yazalım arada bir, içine umutlarımızı, özlemlerimizi ve sevgimizi de koyup postalayalım, gitsin.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder