29 Ağustos 2015 Cumartesi

TAZİYE VE EDEBİYAT, SANAT ÜZERİNE

Türk Edebiyatı Vakfı başkanı, edebiyatı yaşayan, kurumsallaştıran ve kalkındırmaya çalışan yazarlardan sayın Servet Kabaklı'nın vefat haberini almanın üzüntüsü içindeyim. Allah rahmet eylesin, gönlünün ürettiği ona yoldaş olsun, carisinden faydalansın.


Bir sanatkarın ölümü bile öğreticidir, çağrıştırdıklarıyla insana. Hep insanları ikiye ayırırım ya; değerliler ve önemliler diye. İşte budur, değerlinin önemliye açık bir farkı. Bu yüzden edebiyat üzerine derme çatma da olsa birkaç söz etmem, umarım mazur görülür:

Dünyanın en ağır işi olmalı; sanat-ı lisan ile dünyaya perçin olmak. Ona da şüphesiz güzel yürek gerek. Yüreği güzelliğe kapalı olan sanatı kaldıramaz zaten; ya ortasından bir yerden koparıp ucubeye döndürür ya da uzanamadığı ciğer misali kapasitesini yetiremediğini aşağılar ve kendini onu da anlayacak seviyede zenginleştirmektense, beyin nöronlarını yoracak her söze "edebiyat yapmak" gibi münasebetsiz yakıştırma yapar; insanın insansılığının tornası olan edebiyatı fuzuli bir iş olarak görür. Böyle diyenin, hiç kusura bakmasın, cismaniyetindedir fuzululik; boş yere şu güzelim dünyanın oksijenini tüketenlerdendir.

Söz, iletişimin en temel mesaj taşıyıcılarındandır, ulaktır: Bir anlam yükler heybesine, yola düşer ve karşıya vardığında çıkarıp sunar onu alıcısına. Bu iştir gönülleri gönüllere kaynatan, dostluğu ve paylaşımı artırıp ortak yaşam azmini çoğaltan. Bu işin defolusudur; gönlü gönülden koparan, ayrılık rüzgarlarında bencilliği hortlatan.

Uzun lafın kısası; dil, insanın elindeki en güçlü ve riskli silahtır. Kah çölde vahalar kurar kah dünyada cehennem yaşatır. Bakın etrafınıza, bir bir örnekler toplayın bu iki kutuplu tanımıma. Zorlanmayacağınıza adım gibi eminim.

İki yakayı bir araya getirmekse amaç; yapıştırın gitsin demek de bir çözüm. Eline iğne iplik alıp özenle, desenle, insanın rakımının yükseldiği yerde oluşan zarafetle dikmek, dikmekten öte oyalı nakşetmek de. 

Fonksiyonlar mekanik iş döngülerini kurgulamak için yeterli olabilir; işini görüyorsa tamamdır. Oysa yaşamdan bahsediyorsak, insan ruhunun dilini öğrenmek gerekir. Onun kriptosuyla yazmak ve hitaben okumak gerekir. İşte bu işin ehline sanatkar, yaptığına da sanat denir. 

Tozlu yolların, avamın dışından bir yoldan gittiği için yalnızlığın, yap boz parçalarından yeni bir şey yapmaya çalışan çocuğunkiyle özdeş iç fırtınaların, kaygıların, üretmenin doğasındaki belirsizlikle mücadelenin, ilhamla randevulaşmanın, pusuya yatmış aslan gibi hayata siperden bakışlılığın, burada benim tarifleyemeyeceğim ve herkesin de bir lokmada anlayamayacağı, anlayamayacağı için de hakir görebileceği bin türlü halin izdüşümüdür sanat. 

Magazin programlarında gördüğünüz kukumaların geçmediği, bilmediği diyarlardır oraları. Ele mikrofon alıp çığrışanların, hatta bu değersiz eylemleri nedeniyle genç ruhları zehirleyenlerin, her hücremizin çekirdeğinde dahi vuku bulan ve yaşamın özü olan iç ritmi bozacak türde kirlilik üretip kendilerine "sanatçı" demelerine bu yüzden razı değilim. Değiller ve zararlılar toplum için.

Edebiyat insanlığın ahvalini insanlığa arz ettiği, mağara resimlerinden ve Orhun kitabelerinden bu günlere taşınmış ve taşınacak, kalıcı bir külliyatın, kaptanın seyir defterinin, nesillerin tuttuğu abidevi günlüğün adıdır.

Okumakla başlar herşey. İnsanda asgari olması istenen ve beklenen "standart" özelliktir okuyabilmek. Bu dahi yanlış anlaşılır: Yazıyı yüzünden okumakla yaşamı derinden okumak bir tutulur, çoğu zaman. Yazmak ise "opsiyonel", "full pakette" yer alan bir özelliktir insan için. Araba tarif eder gibi oldu ama olsun; bilerek böyle söyledim: Fark bedeli vardır ve ağırdır. Dolma iştiyakının boşalmaya, aktarmaya, paylaşmaya temayülüdür. İnsanın bilgiyle temasının en üst mertebelerinden birisidir, yazmak.

Bana yıllardır, ne güzel yazdığımı ya da konuştuğumu söyler durur insanlar. Aslında öyle değil, ama onların kendilerini konumlandırdıkları seviyeden öyle görülüyor. Hatta benden kendi düşüncelerini yazıya dökmemi bekler, "şöyle de birşeyler yazsanız" diye azmettirmeye çalışırlar. Ben de onlara kendilerinin de yapabileceğini söylediğimde yüz hallerini görmelisiniz. Onlar kim yazmak kim diye bakarlar kendilerine: Daha baştan tüm kapıyı kapatırlar potansiyellerine, görmezden gelerek kendilerine bahşedilmiş meziyetleri.

Yazarak, çizerek, söyleyerek sanatı keşfedin. Hem alanı hem üreteni olmaya çalışın, ruhunuzu bundan mahrum etmeyin. Lokomotif pistonuna bağlanmış gibi her an daha da frekansı yükselen madde yüklü hayatın içinde, zamanın hızını yeniden yaşanabilir seviyeye düşüren, hazmederek beyninizin ve kalbinizin beslenmesine olanak tanıyan bir boyuta yer açın.

Böylesi bir şey, insana yaraşır gelişmek: Değerlerini ve insanlığını muhafaza ederek büyümek. Bakmayın siz, kınamaktan yorgun düştüğüm birbirinin gözünü çıkara çıkara "daha hızlı, daha pratik, daha kestirme, daha karlı, daha maliyetsiz, daha saldırgan, daha bencil" kişisel gelişim yalanlarını Henri'nin kitabından tercüme edip size satanlara.

Değildir; sanattan bihaberlerin dediği gibi sanat sanat için. Sanat da bilim de düpedüz toplum için, insan için, insanın kendini bilip kendinde kalması için.

Ne çok şey yazdırdın, Servet usta. Ruhun şad olsun.

Cem TURAN

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder