8 Eylül 2015 Salı

ÖLÜM YAKLAŞMADAN ANLAYAN TEKNOLOJİLER

Zor günlerden geçiyoruz. Yine metabolizmaları terörle beslenenler fareler, gözden ırak oldukları zamanlarda sızıp, namertçe vurup kaçıyorlar. Teröre karşı mücadelenin en büyük güçlüklerinden birisi bu. Ne zaman nerede ne olacağını kestiremediğiniz, sıradan yaşamın içinde kendisini kamufle edebilen yaratıkların zararına karşı konvansiyonel yöntemler yetersiz kalıyor.

Bakışımız, teknoloji geliştirmeye karşı duran önemli bir engel oluyor çoğu zaman. Bakmayın siz; son zamanlarda teknoloji ve inovasyon sözcükleri herkesin ağzında olsa da bir kısım insan için bu çok anlam ifade etmiyor. Hatta devletin iyi niyetle son yıllarda vermeye başladığı teknoloji ve Ar-Ge desteklerinin de bürokrasi hazretleri ve suistimal heveslileri nedeniyle kimi zaman doğru adreslere ulaştığından da emin olamıyorum.



Dün bir işadamı sanal paylaşım ortamlarından bilmem kaç lira Mehmetçik Vakfı'na bağışta bulunduğunu söyleyip durdu. Herkesi de aynı işi yapmaya davet etti. Muradı, askerimiz polisimiz ölmesin. Son derece halis duygularla, onlara zırhlı araçlar verilmesini istiyor.

Askerimizin, polisimizin, vatandaşlarımızın hepsinin yaşamı azizdir. Biz hem çok özgün farklı bir milletiz hem de çok kalabalık bir aileyiz. Zor coğrafyaları mesken tutmuşuz. Özellikle Ortadoğu denen bölgeye komşuluğumuz, çok sık oradan sorun ithaliyle bizi yüz yüze bırakıyor.

Bu şartlar altında her canı korumak, zorlu bir uğraşıya dönüşüyor çoğu zaman. İnsanlarımızın ölmesini istemiyoruz. Ancak terörizmin gayri mert ve insanlık dışı vur kaçları karşısında genellikle herşey için çok geç olduğu, olayın gerçekleştiği andan sonra müdahale edebiliyoruz: Yola döşenmiş mayınlar, pusuya yatmış teröristler, yol kesmeler, araç yakmalar, hendek kazmalar, karakol saldırıları, personel servis tuzakları... Çoğunda devletin kafi gelecek yakalayıcı gücü erişene kadar, iş işten geçmiş ve atı alan Üsküdar'ı geçmiş oluyor. Gerisini biliyorsunuz: Yanan araçlar, maddi kayıplar, estirilen terör, yitip giden canlar... Resmi ifadeyle "bölgede geniş çaplı operasyon" başlayıp yanına bırakılmasa da yaptığı, eşkıyanın; giden canlar geri gelmiyor.


Sonuç olarak klasik yöntemler ile terörü karşılama faslına artık son vermeliyiz. Burada en önemli kurtarıcı unsur teknoloji. Özellikle son yıllarda insan yoğun savunma modelinden teknolojiye dayalı bir modele geçmeye çalışıyoruz. Ancak halen yapılacaklar listesinin başındayız. Bir süredir bu konuda çalışmalar kamuda yapılmaya çalışılıyor ancak özel sektörün beyin ve atılım gücü olmaksızın çok ağır ilerliyor. 

Ne yapmalı peki? Klasik savunma yaklaşımları mümkün olduğunca çabuk yüksek teknolojik çözümlerle ikame edilmeli. Artık devlet şehit verdikten sonra, cayır cayır araçlar yandıktan, bir yerlerde yol kesilip terör estirildikten sonra değil, daha terör yaklaşırken anlayabilmeli durumu. Ölümü yaklaşırken hissedebilmeli, sinsi sansarları çiftliğe ulaşmadan durdurabilmeli.

Birçok seçenek var teknolojinin elinde, teröre karşı kullanılabilecek. Bunlardan önemli bir alternatif olanı size takdim etmek istiyorum: Görüntü işleme teknolojileri. 



 90'lı yılların başında Körfez Savaşı'nda Amerikan uydularının kamerasından çekilen bir resim çokça yayınlandı gazetelerde. Resimde deniz kenarında bir yerde, ayak ayak üstüne atmış halde iskemlede oturan ve gazete okuyan adamın kolundaki kadranlı saatin akrep ve yelkovanından zaman bilgisi çok kolay okunabiliyordu. Bu tesadüfi bir haber değildi şüphesiz; Amerika'nın sahip olduğu teknolojiyle meydan okumasıydı Irak'ın o dönemki lideri Saddam'a ve diyorduki; "gözüm üzerinde, hem de tam ensende!"

Bu görüntüyü uzaydaki uydusundan alıyordu, adamın ruhu bile duymuyordu ve müthişti; özellikle 25 yıl öncesi için. Geçenlerde bir başka çalışmanın sonuçlarını okumuştum, 2008 yılına ait. Adres yine Amerika. Casus uydular ve "yürüme analizi (gait analysis)" denilen bir teknikle insanların gölgelerinden kimliklerini nasıl tespit ettiklerini, üstü kapalı anlatıyordu yazı.


Ve biz 2015'teyiz: Şükürler olsun, artık kendi uydumuzu üretme noktasına geldik. Ancak sadece terör ve suçla mücadele için, spesifik, çok yüksek çözünürlükte görüntü alabilen, yüksek bant genişliğine sahip bir emniyet uydumuz olmalı. Gece ve gündüz görüntü alınabilen özel bir sistem olmalı.

Konu dışında olan çoğu insan, uydu atılınca olayın biteceğini düşünebilir. Şimdi bile "Göktürk uydusunu attınız, niye görmediniz?" diyenler var. Asıl sorun ondan sonradır. Bu kadar geniş, engebeli, detayı olan bir coğrafyadan elde edilecek görüntülerin oluşturacağı bilgi boyutu muhteşemdir ve tam da büyük veri kalıbına uyar. Yani hayal edemeyeceğiniz kadar çok bilgi! Bu verinin işlenmesi öyle birkaç kamu bilgisayarının üstesinden gelebileceği bir iş olmadığı gibi aralıksız ve yapay zeka, makine öğrenmesi gibi envai çeşit kompleks yaklaşımla iyileştirilerek yapılması gereken bir eylemdir. 

Bu nedenle paralel veri işlemeye bu devasa yığının açılması gerekir. Özetle şu anlama geliyor ki; gönüllü olan her kişi ya da kurum bilgisayarlarının kullanılmayan kapasitelerini, özel bir yazılımla internet üzerinden, bu anlık veri yığınını işlemek üzere kullandırabilir. Hayal edin; Türkiye genelinde, örümcek ağı gibi, iş yükü her gönüllüye dağıtılmış bir görüntü işleme sistemi; her an tıkır tıkır Türkiye'nin yollarının, dağlarının, taşlarının görüntülerini işliyor. Çok özel algoritmalarla, geçen bir fareden yol kenarındaki kuytuluktaki kıpırtıya, sınırdaki dağlık arazideki kımıldamalardan trafiğin kesildiği herhangi bir tali yola kadar herşey görülebilir oluyor hatta henüz hazırlık evresinde "sezinlemede" bulunulabiliyor.


En büyük engel, yine kamunun muhafazakarlığı da aşan kapalı durumu. Bakmayın siz teknoloji söylemlerine demiştim ya: Geçtiğimiz yıl, topu topu şehirdeki belediye otobüs duraklarından bir kısmının listesini belediyeden istediğimiz zamanki yüz hallerini görmeliydiniz yetkililerin. Sanki kutsal hazine istedik. Topu topu bir ağ optimizasyonu yapıp daha düşük maliyetle, daha sık otobüslerin işlediği bir sistem öngörebilecektik. Bir yıldır beklemedeyiz, yetkililer gönülsüz olunca bir türlü veri de gelemedi. Devletten bilgi isteyince, devlet halen kendi mahremini açtığını düşünüyor ve dolayısıyla kendini soyunmuş mu hissediyor? Bir de Amerika'da durumlar nasıl diye bakacak oldum. Bütün otobüs durakları, yollar, sefer bilgileri hepsi her an indirilebilir halde emre amade. 

Buna "açık veri" kültürü deniyor. Maalesef öyle bir kültürümüz henüz yok. Bu nedenle de kamu kendi imkanlarıyla kapalı devre sonuçlar almaya çalışıyor ama ne mümkün. Kamusal veriyi paylaşmalı devlet, açık hale getirmeli. Birisinin gözünden kaçan diğerine takılmalı. Birisinin yakalayamadığı bir detayı, başka bir yazılımla yakalamak mümkündür belki. Birisinin olamaz dediğini bir diğeri pekala mümkün kılabilir. Denemek gerek, açmak gerek, sivil yaşamla güç birliği yapmak gerek.

Tüm bunlardan sonra hep çok üzüldüğüm şey: Bu teknolojileri üretebilecek enginlikteyiz ama özellikle önemli insan kaynağı desteğine ihtiyaç olmasından ötürü ancak desteklenmesi durumunda bu tür projeler yürüyebiliyor. Kötü bir olayda, insanların bir kısmı hemen veryansın ediyor. Neden yakalanamadı, neden görülemedi, neden geç kalındı... Oysa bunları mümkün kılacak teknoloji için kamuoyunun desteğine ihtiyaç var. Mezarlığa çeşme yaptırmayı hayır olarak gören insanımız biraz da bu memlekette bilim ve teknoloji üretmeye çalışan kişi ve kurumları destekleseler, onlardan ihtiyaçlarını karşılayıp maddeten güç verseler. 

Bilim ve teknoloji üretme gayretinde olan şirketlere "ticari amaçlı şirket" muamelesi yapılamaz. Çünkü ülkemizdeki en zorlu, halkımız tarafından teveccüh görmediğinden hep yokluklar içinde yapılan iş üretmek, araştırmak, geliştirmek maalesef. Her konuda milli duyguların sınırlarda dolaştığı Türkiye'de nedense yerli marka ve teknoloji üretenleri desteklemeyi milliyetçilikten saymıyoruz. İnanmazsanız, boşaltın ceplerinizi; göreceksiniz! 

Kamu kurumlarının ardında devlet var ama biz aşkımızı yoksunluklar içinde yaşarız. İşte böyle olmamalı çünkü bilim sokakta, sivil yaşamda, amatör ruhla çalışanların mütevazi laboratuvarlarında ürer.

Cem TURAN

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder