6 Ağustos 2015 Perşembe

ÖSYM NE SEÇER NE YERLEŞTİRİR?

Hiç kusura bakmasın ama bu haliyle; zaten aydınlatmaya uzak ama belletmeye yakın, düşündürmek ve sorgulatmaktan ayrı fakat aynı torna tezgahından çıkan çapaksız civatalar gibi bir şablona uyan fotokopiler üreten, içinde "eğitim" barındırmayan, sorunlu "öğretim" sistemimizin ve şikayet edilen, dev bir kene gibi böylesi bir sisteme yapışarak emdiği kanla büyüyen, devasa bir boyut kazanarak adeta "paralel" bir öğretim sistemi haline gelip alternatif öğretim koridoru olan, nihayetinde devletin de tabi olup lise son sınıflarda dershanelere katılmak hatırına okulları tatil ettiği bu acınaklı halin asli sorumlularından birisi de ÖSYM'dir.
 
 
ÖSYM neyi seçer: ÖSYM bu ülkede liseye gireceklerden müstakbel memur adaylarına, hakim ve savcılardan üniversiteye gidebilecek şanslıların tespitine, olgunlaşıp tıpta uzman olanları tayin etmekten kaymakamına, imamına, jandarmasına kadar ne varsa seçer. Hızını alamazsa manavdan sizin için hormonsuz domates, kelek olmayan kavun ve karpuz da seçer.
 
Seçmek deyince aklıma Milli Piyango İdaresi'nin yılbaşı piyango çekiliş görüntüleri geldi: Beyaz martıyla güvercin arası bir kuş uçup kimin tepesine büyük abdestini yaparsa, laf etmeyiz; talih kuşudur, vardır bir bildiği deriz. Bunu kendine sembol kılmış koca devletin alicenap resmi kumar kurumu da dönen kürelerde, güzel kızların elinden şans dağıtıverir; memleketim insanları arasından yeni zenginleri "seçer" ya. İşte bu geldi aklıma nedense. Oysa hiç ÖSYM ile Milli Piyango bir olur mu? Öyle diyen çarpılır da eli yüzü birbirine karışır, mazaallah.

ÖSYM çok ciddi bir iş yapar: Bir insanı aday durumundan alır ve liyakate sahip olduğunu tescil eder. Aday eğer başarılı olursa; bu süreçte sıfat olarak bir dönüşüm geçirir. Bu ise su götürmez hassaslıkta, hakkaniyetli ve niteliklere dayandırılmış bir seçim metodolojisini gerektirir. 
 
ÖSYM neyi ölçer: Düşünebilme, bir tortudan yeni bir fikir üretme potansiyelini, bilimselliği, akademik yatkınlığı, hayal gücünü, mesleki yatkınlıkları, etik değerlerin aday olunan konu ile yeterlilik durumlarını ölçmez elbette. Hatta doğru düzgün hiçbir nitel, kalitatif varlığın değerlendirmesini de yapmaz. Geriye kalan, sayılabilir, hesaplanabilir, artırılıp eksiltilebilir ne kadar nicel; kantitatif malzeme var ise oradan "sorar". Periyodik olarak gerçekleşmesi gereken sınavlardan ötürü bir havuz oluşturur, oradan seçip seçip Ali'yi Veli, Oya'yı Bora yapıp yeniden sorar. Dolayısıyla yıllar içinde, kendi içinde ciddi bir analitik idrak genleşmesinden söz edemeyiz.
 
ÖSYM nasıl ölçer: Hal böyle olduğundan; ÖSYM'nin elinde nitelikleri ölçmek yerine en büyük koz hep revaçta: Cambazlıkları ölçmek! Deve yüküyle, önceden kompetanları tarafından  tahmin edilebilir şablon sorular karşısında ÖSYM'nin en büyük can simidi zamandır. ÖSYM sınavları zamana karşı bir yarıştır, bilgi ölçmeyi değil; önceden ezberlenmiş olanları kırıp dökmeden yerine yapıştırmayı ister adaydan. Tıpkı kaşıkla yumurta taşıma yarışması gibi. Kimisi heyecandan kaydırır, kimi konsantrasyonunu kaybeder, kimi şaşı bakar kimi "resetlenir"; ezberi silinir ve bunların hepsi elenir. Geriye yumurtaları karşıya düşürmeden geçirenler kalır ve ÖSYM'nin belki de görevi; bunu mümkün olduğunca az tutmaktır.
 
Sınav süresini soru sayısına bölerek elde edebileceğiniz, brüt soru başına harcanması gereken süre miktarının belki üç belki de dörtte biridir aslında, o soruya gerçekte ayrılabilen zaman. Çünkü soru önünüze geldiği andan itibaren algılarınız, idrakiniz, analitik bilişsel mekanizmalarınızın o soru için çalışarak önce farkındalık, sonra düşünce üretmesi, uygun bir metod seçmesi, alternatiflerle karşılaştırması, yönteme karar verdikten sonra çözüm üretmesi ve doğru yanıtı ilan etmesi gibi pekçok zihinsel silsile aktivitenin gerçeklenmesine ihtiyaç vardır. Böyle düşünüldüğünde, soru başına size tanınan süre çoğunlukla birkaç on saniye ile sınırlıdır.
 
Büyük resim şudur: Temcit pilavı gibi, kendini tekrar eden örüntülerdir, ÖSYM sınavları. Bu resmin farkına varan bazı müteşebbis (!) "öğretimciler" ÖSYM sınavlarının adeta ebced hesabını yapıp formüle eder, neyden kaç tane ne gelecek, nasıl gelecek falına bakar ve bunları sattıkları dershaneleri kurup işletirler. Bir tür umuda yolculuktur aday için ve her vaad değerlendirilir. Bu talep sistemi besler, "bu işte para var" diyenlerle gelişir ve kocaman bir endüstri olur.  Hatırlayın; yakın geçmişte cevap anahtarında kayıt deseni örüntüsü dahi bulduğunu iddia edenler boy gösteriyordu televizyon ekranlarında.
 
 
Yani bu harikulade "başarı sihirbazları" sizin bir konuyu sindirmenizden daha çok "zaman yönetimi" mevhumu ile ilgilenmekteler. Sizin önünüzdeki engeli atlayabilecek kondisyonda olmanızı amaçlarlar. Tıpkı Veliefendi'deki yarış atlarının hazırlıkları gibi. O yarışı kazanmak içindir tüm yatırım. O yarışın yaşam çizgisi üzerinde ne anlam ifade ettiği, hangi kapıyı açıp hangisini kapattığı ve o yarışı geçmeyi arzulayan insanın gerçekten o yarışın kazanımları ile dahil olacağı dünyaya uygunluğu üzerine kafa yormak pek görünür iş değil.
 
Asıl acı olan; bu derdi örgün öğretim sistemindeki öğretmenlerin pek çoğunun da taşımamasıdır. Öğrencisi nasıl bir yolculuktadır, nasıl bir yol çizilmeli ve nasıl bir projeksiyonla önü aydınlatılmalıdır, onu ne yapmak; hayatın hangi ucundan tutmak mutlu ve üretken kılar, insanlara daha fazla şeyler sunabilir, tatmin olur ve başkalarını mutlu eder... Bunlar pek akla gelmeyen sorulardır; "belleten öğretim sisteminin kadrolu ezberletenleri" için.
 
Bana inanmıyorsanız; açın video paylaşım sitelerini ve biraz aradığınızda bulacaklarınıza hazır olun: Kimi dershane öğretmenlerinin kendilerini pazarlamak için paylaştıkları demo derslere bakın: Düpedüz klasik, derinleşerek düşünme yoluyla çözme becerisiyle alay ediyorlar. Hala sen böyle bir soru "tipini" böyle eski bir yöntemle çözüyorsan dinazorsun, diyorlar. "Biz senin için şöyle bir pratik yol bulduk, sen bunu uygula, nereden nasıl geldiğini boşver; gör bak doğru şık on saniyede elinde!" kabili iksirler sunuyorlar.
 
Mikrofonu bir de akademisyenlere tutun dilerseniz. Yani; eğer üniversite sınavları için konuşuyorsak, "ısındırılıp" engel atlatılarak geçirilmiş o öğrencilerin, üniversite dünyasında hocaları olan insanlara sorun bir de konuyu. Gençlerin sosyal genetiğine nüfuz etmiş ezberciliklerinden, sadece mecbur kalınan anlar olan sınavlar için çalışmalarından, hafızalarının sadece sınav için geçici olarak ezber tutan ve sınavdan sonra sıfırlanan geçici tampon (buffer) alanını kullanmalarından, notla tehdit edilmeden gönüllü olarak kendini akademik gelişime açmayan, bilimin bir parçası olmayan, lise hayatını üniversitede de devam ettirmeye çalışan insanlardan nasıl yaka silktiklerini bir de onlardan dinleyin. Ki onların da bir kısmı bu yanlışı devam ettirme durumundadırlar.
 
Cem TURAN

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder