10 Nisan 2015 Cuma

BİR OKUL İNOVASYONU HİKAYESİ: BALIK BAŞTAN KALKAR AYAĞA

Yaşadığım ve hatıralarım arasına aldığım bir saptamamı sizinle paylaşmak istiyorum:

İstanbul'da bir ilkokul. Dün davetliydim, gittim ve bir seminer verdim. Seminerin hedefi velilerdi. Mütevazi yaşamlar sürdüklerini hissettiğim, Türkiye'nin hemen her yerinden güzelim Anadolu'nun neredeyse homojen bir karmasıydı karşımdaki insanlar. 


Malum, benim bir dilim var, külliyatım. En çok eleştiri aldığım yer olan; uzun cümlelerim. Kimisine karmaşık gelen bir aritmetiği olan ve cümlelerin ardına gizlenmiş olan mesajlarım. Dolayısıyla endişelerim vardı, anlaşılabilmekten yana ama onlarla yaşadığım zaman dilimi, endişelerimin ne kadar da yersiz olduğunu bana öğretti:

Tam iki saat süren anlatıya odaklanmış bir katılımla, büyük bir sabır ve ilgiyle takip etti anne veliler. Ben onlara bir adım attım, toplumca önümüzde duran ve aşılması gereken meseleleri kah hızlı ateşte piştiği için dışı yanıp içi pişmeyen yemeğe kah otobüs durağında asılı olan overlokçu, reçmeci, düz ütücü arayan ilana atıfta bulunarak arz ettim. Onlar ise bana misliyle karşılık verip ebeveyn olmanın fedakarane erdemini hissettirdiler. Ne verdiysem aldılar, daha fazlasını istediler aydınlığa, umuda aç yürekler ve yine inovasyonun asıl membağının öz sineleri olduğunu gösterdiler.

Bugüne kadar kim bilir kaç kez şatafatlı konferans salonları, üniversite, otel toplantı odaları, yönetim kurullarında konuşup kendimce bir projeksiyon tutmaya çalıştım dinleyenlere ki genellikle profesyonellere ve asgari üniversite seviyesine gelerek belirli bir entellektüel algıya sahip olabilmiş insanlardı onlar. Ama tüm açık yürekliliğimle itiraf etmeliyimki; dünkü iki saat kadar hiçbirisinin çıktılarının süratli ve büyük olduğunu görmedim.

İki saat sonunda özgüvenleri adeta şahlanan, insan olarak kendisinden beklenenlerin  ve yapabilme kapasitelerinin enginliğinin farkına varan izleyiciler, program sonunda sahnede etrafımı sararak, bugünün onlar için bir dönüm noktası olacağının ilk işaretlerini  verdikleri kararlarını benimle paylaştılar:


Kimisi bıraktığı yerden okumaya devam edeceğini söyledi, kimisi okumak için kitap sordu, kimisi çocuğunu bir maç bağımlısı haline getiren çevresel faktörlere savaş açıp öğrenmeyi seven bir birey haline gelmesi için çalışacağına söz verdi ve saire...

En güzeli de helallik istediler, benim gibi bir fakirden. Demek ki iki saat boyunca can havliyle anlatmaya çalıştıklarımı, benden onlara geçen bir hak olarak gördüler ve kıymete değer buldular. Her hallerinden anladım ki, söylediklerimi sahiplendiler. Bu, beni yoğun duyguya sevk eden ne büyük onur benim için. Ailelerine, çevrelerine dinlediklerini anlatmaya söz verdiler. İşte budur, kelebek etkisi! Ayırdığım zaman da tükettiğim nefes de hepsi helal olsun.

Onlar sergiledikleri bu ulvi hal dilleri ile bana öğrettilerki:

-Önyargılı olmayacaksın; almak isteyen mutlaka alır, sen merak etme.
-Asıl yenilikçilik ihtiyaç duyulduğu anda başlar. Bir eli yağda bir eli balda insanların arasında yenilik filizlenemez, yeni fikir üreyemez. Bilim sokakta, bilim hayatın gerçekleriyle hergün karşılaşan insanlarla beraber. Ütopik laboratuvarlarda, Aristokrat teknotratların tekelinde değil.
- Ve insanları seveceksin, o sevgini akıtacaksın kitabi sözlerinden önce. Kitabın dışına çıkacaksın; sözlerin sadece onlardan alıntıysa sen ilmi yaşamıyor, sadece okuyorsun demektir.
-Aydınlık ve ilim parayla pulla alınabilecek bir şey değil, ancak yürekle ve istekle edinilebilir.

Dünkü bu güzel öğretileriniz için hepinize teşekkür ederim, güzel insanlar.

Ve söz etmeden geçemeyeceğim: Meşhur atasözümüz der ya; balık baştan kokar. Öyledir lakin önermenin tersini gördüğüm bir adresti dün beni tüm misafirperverliği ile ağırlayan devlet ilkokulu: Balık baştan ayağa kalkar. Bir müdür ve beraberindekiler, eğer dilerlerse 50 yıllık tarihi bir okulun küllerinden ne müthiş bir inovasyon üretebilir, herşeyi baştan uca nasıl değiştirebilir; bunu gördüm dün. Okulun her köşesini, bilim sınıfını, fen sokağını.. gezdirdiler ve gördüklerim değme kolejin suni imajı değil, devlet-millet kaynaklarıyla vücuda getirilen bir gerçek. 

O kadar etkilendimki çocuk olsam o okulda okumak isterdim, evimiz yakın olsa çocuklarımı orada okutmak. Her zaman söylediğim gibi; idealist bir devlet öğretmeninin, bir devlet üniversitesinin yerini doldurabilecek hiçbir özel kurum düşünemiyorum.

Teşekkür ederim hepinize hem misafirperverliğinizle dolu dün için hem çocuklara hazırlamaya çalıştığınız gelecek için. Gerçek öğretmenlerle dolu, öğretmenin de öncesinde; "eğitmek" aşklarıyla içi ısınan okullarımızın sayılarınızın çoğalması en büyük rüyam ve dileğim. Okulları teknoloji ile donatmak değil marifet, bu deniz fenerlerine, kutup yıldızlarına; önder vasıflı öğretmenlere sudan, havadan çok ihtiyacımız var.

Cem Turan​

1 yorum: