Bugün 12 Mart: Mehmet Akif Ersoy’un yüreğinden çıkıp
kaleminden geçerek kağıda dökülen mısraların, aruz bir şiir olmaktan çıkıp bir milletin dilden dile taşıdığı kutsal bir emanet olma mertebesine yüceldiği
gün.
Gözümün önünden akıyor, olacaklar: Yine bir yerlerde
salonlar süslenecek, “önemli” insanlar davet edilecek. İhtimama binaen, önemlilere
verilen önemi göstermek için fiyakalı koltuklar apar topar en ön sıraya
dizilecek. Önüne “protokol” diye yazılacak, “önemli” isimler için.
Gelen gelecek, belki şiirler okunacak; "günün anlam ve önemine dair" ve mutlaka süslü
sözler edilecek. Onlarca yıldır klasikleşmiş şablonlar, geçtiğimiz yıl
bırakıldıkları raflardan alınıp yeniden tekrar edilecek. “Mehmet Akif şöyle büyüktür,
böyle iyidir...” falan filan. Velhasıl ona da “önem” bulaştırmaya çalışacaklar,
kemiklerini sızlatacak sözler edecekler hızlarını alamayıp muhtemelen, riya ile O’nu anlamış gibi
yaparak. Herşey protokole uygun olacak, mikrofondan takdim edilen isimlerin sırası bile.
Şekil şimal mananın önünde olmalı, çünkü gözün görebildiği odur, değil mi?
Ya sonra? Bir İstiklal Marşı’nın kabulü töreni daha böylece
bitecek. Filinta görünümlü şoförler, bal dökülse yalanacak türde tozsuz, boncuk
siyahı arabaları birer birer yanaştıracak kapılara. “Önemli” insanlar aheste aheste binecek ve hepsi, özel başka programları yoksa, geldikleri yerlere geri
dönecek.
Salon temizlikçilere kalacak. Yerlere atılan çöplerle birlikte etrafa savruştulmuş şablon sözleri toplayacaklar. Bir dahaki sefere kullanılmak üzere yine aldıkları tozlu raflara koyacaklar. Törenleri severiz biz, ondandırki tören külliyatımız da geniştir bizim, miras gibi saklamak gerek; kaybetmek olmaz bu kadar “önemli” şeyleri.
...
Bunca “önem” içinde kendine “önem” kondurmayan, yerli
yerince elinin tersiyle iten bir Mehmet Akif vardı ya, işte onun içindi bu
toplantılar. Reddettikleri yüzünden, “önem” sinekleri gibi gücün öbeğine
üsüşüşenlerden olmadığı için “önemsizdi”. Doğrusu tek muradı da oydu, “önemsiz
ölmek”. Bundan değil mi testisi hep boştu, yarı aç yarı tok, yoksunluk ve
sıkıntılar içinde bir ömrü böylece o seçmişti.
Çünkü önemsizdi; akıl ve yüreğini şekillendiren erdemleri
çağının ötesinde olduğundan kimse anlamaz ve teveccüh etmezdi, bakmayın şimdi
adına söylenenelere. Bizde adettendir; kör ölünce badem gözlü olur.
Kendisi de yoksunluk içinde vefat etti. Dışlanarak,
küçümsenerek. Hatta cenazesi ortada kaldı, neredeyse kimse gelmedi. Bu muydu
milli şair olmak? Evet, “değer bilmez” “önemliler” ülkesinde durum tam olarak budur.
Kendi gibi, yıllar sonra yoksulluktan dilenmek zorunda kalan
oğlunun cenazesini de bir sokak çöplüğünde buldular, bir sabaha karşı.
Aynı şekilde torunu da benzer bir akıbete ulaştı. Milli
şairin torunuydu, ya...
Akif çok önemsizdi ve hiçbir asalak, kan emici sinek
kokusuna gelmezdi bundan dolayı ama fazlaca önemden gözü dönmüşlerin anlayamayacağı kadar değeri yüksekti. Tıpkı diğer, çağını aşanlar gibi, etrafında
kalabalıklar olmayan, “önemsiz” fakat çok “değerli”.
Önemsiz ve çok değerlilerdi oysa; bugünü yazanlar. Onların
ürettikleri bilim ile döner dünyanın çarkları. Kimisinin de görüşleri,
sanatıdır bizi insan kılan, içimizi ısıtıp katılaşmaktan alıkoyan. İyi
kalabilmenin ve iyilikler üretmenin kaynağıdır onlar... Onlar çok “değerlidir”.
Önemlilik bir mevsim gibidir oysa; iki bahar arası yaşanan. Çok geçmeden yeşil sarıya döner, gür olan dalından düşer, bel eğrilir hazan gelince. Hani, şarkıda der
ya; “Alkışlarla alkışlarla geçiverdi seneler, kahkahayla kahkahayla işin bitti
dediler...”
Ne kadar doğru; her dalga kumsala vurduğu gibi çekilir,
bakmayın foşurtusuna. Geride ise kalıcı olan sadece değerlilerdir.
Hayat önemlilerle değerlilerin çekişmesine bile sahne olmaz.
Çünkü değer bakidir, önem geçici. Değerin sabredilmesi gereken dünya engeli ise
fukaralıktır, çoğu kez.
Sana, değerine layık önem veremediğimiz için özür dilerim
Mehmet Akif. Sen bunca yıl sonra bile “önemlileri” salonlara dolduruyor, hala
kendinden bahsettiriyorsun. İşte budur değerin gücü.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder