19 Mart 2015 Perşembe

ÇANAKKALE HARBİ DEVAM EDİYOR: EKONOMİK VE BİLİMSEL BAĞIMLILIKLAR

Tam 100 Yıl geçti; Çanakkale'nin Dardanel olmaktan çıkıp 250 bin canla, destansı bir bağımsızlık şiirinin yazıldığı, divitin mürekkep yerine kana doyduğu bir abide şehir haline gelişinin üzerinden. Bunca yıl içinde biz o şiiri kah mırıldandık kah haykırdık, kah sıradan bir seremoniye dönüştürdük kah azmimizi artıran bir heybetli duruşa. Öyle bir savaştı ki; kimi kıran kırana savaşanlarını yıllar içinde ortak anı üzerinde bir geleneği örüntüleyen dostlara dönüştürebildi, tıpkı Anzaklar gibi. Şüphesiz hafızalara çok kuvvetli bir şekilde yer etti.


Ve sonuç; zaferdi. Onlarca gemi Çanakkale'nin soğuk ve akıntılı denizinin dibini boyladı. Halen bile oradalar, o güne şahitlik edercesine. Maviyle yeşile çalan hırçın koyların tümüyle kırmızıya boyandığı, akıl almaz kıyımın yaşandığı günlerdi. Bugünün, eli sıcak sudan soğuk suya girmeyen insanlarının hikaye gibi dinledikleri, okuduklarından bambaşka bir boyutuydu yaşamın. 

Evet, bir zaferdi; o zaman yaşandı ve bitti, demek ise en büyük yanılgımız oldu. Çünkü o şartlar halen devam ediyor. Oysa biz onlarca yıl zafer sarhoşluklarıyla geçmişi yaşamaya, törenler üstüne törenlerde buluşup dağılmaktan öte bir iş yapmadan uyuşmaya, geçmişle övünüp durmanın bugünü de kurtarmak için yeteceğine inanmaya, kuru milliyetçiliğin bir ülkeyi bağımsız ve müreffeh kılmaya yeteceğini telkine kendimizi öyle kaptırdık ki, anmaktan tarihimizi anlamaya fırsat bulamadık.Bugün içinde bulunduğumuz toplumsal sıkıntılarımızın çoğunun ardında işte bu, miskinliğimize perde olan aşırı kolaycılığımız var. 

Geçmişi ve geçmiştekileri efsaneleştirip, bir dudağı gökte diğeri yerde, mitolojik objeler haline sokmaktan, tapılacak putlar edinip, "sen kalk ben yatayım" kabili ucuz şiirler söylemekten, son derece vahim halde, açlıktan kemikleri çıkmış, okullarını terk edip cephelere koşmuş, bıyıkları dahi terlememiş ciğerpareler olduğunu görmek dahi istemedik. Empati yapmadık, yaptıysak da bu genelde söze vurdu, tam anlamıyla kalbe değil: 

İnsan da bir fonksiyondur aslında, bir y=F(x) gibi. O kuzular, ellerinde bile olmayan küçücük bir x kırıntısını girdi olarak kullanıp dünyanın hesabını bozan bir kocaman Y üretmeyi başardılar ve bunu o sefalet içinde yaptılar, çocuk denecek yaşta başardılar. Ellerinde kariyer sertifikaları, diplomaları olmadan. Bugünün insanı da şüphesiz; y=F(x), her insan gibi. Toplum ise i=1'den n'e kadar y'ler toplamı; hani hepimiz. Ve sonuç? Siz içinde bulunduğunuz şartları geçmişle karşılaştırıp şu soruya dürüstçe nasıl yanıt verirsiniz: Size verilen x ile nasıl bir Y ürettiniz?..


Kim daha inovatif, kim daha üretken, kim daha çok; lafta ağızlardan düşmeyen memleketini seven?

Zafer diyoruz ya; aslında o savaş bitmedi. Doludizgin devam ediyor ama bir o kadar laylaylom anma ve kutlamaların peşinde yaşadık ki onca yıl, bizi bu durum pek enterese etmişe benzemiyor. Oysa asıl bağımsızlık bilimle, teknolojiyle, sanatla, fenle, ekonomiyle, sosyal alanlarda kazanıldığında gerçek oluyor.

Malumunuz Dolar, aldı başını gitti kısa zamanda. Yüzde sekseninin üzerindeki bir bölümü maaş koruması altında olan, devletçe bir şekilde maaşa bağlanmış olan bir ülkede bu söylediğim ne anlam ifade eder bilmiyorum ama perişanlık içindeki bağımlılığımızı bir kez daha gösterdi bu olay.

Bizi çok etkiledi örneğin. Çünkü girdilerimizin büyük çoğunluğu Dolar üzerinden ithal ediliyor ve bu ani kur değişimi büyük bir zarar dalgası üretti. Çünkü biz bağımlıyız. Dolar ani hareket yapmasın diye duacıyız. Demekki Dolar da bir silah olabiliyor, ülkesinin elinde. Çaktırmadan oba altından sopasını, oldukça da hırçın gösterebiliyor.

Biz bağımlıyız: Çünkü onların ürettiği teknolojileri kendimize hammadde olarak kullanıyoruz henüz ve onları Dolar ile alıyoruz. Hatta sıkılmadan biz de Dolar ile fiyat veriyoruz. Oysa Türkiye'de yaşıyoruz. 

Biz bağımlıyız: İthal ettiğimiz iki parçayı alıp çatarak montaj yapmayı, "üretim" sanıyoruz. Oysa biz böylece sadece Lego yapıyoruz. Lego da ithal, Dolar ile alıp satmaya devam ediyoruz...

Biz bağımlıyız: Hastanelerdeki pek çok sağlık gereci, cihazı, sarf malzemesi de ithal halen. Adam kesse, hastalar ölecek. Kimi zaman bir kemoterapi ilacını göndermiyor, Türkiye'de eczaneler kuruyor.

Enerji bakanımız; elektriğe zam yok ama Dolar'a daha ne kadar dayanabiliriz, diyor. Dolardaki kur artışını doğalgaz için Rusya'dan özel pazarlıklarla telafi etme gayretine giriliyor. Doların hükümranlığı altında olabilecek en iyisini yapmaya çalışıyorlar. Üzülerek, yutkunarak söylüyorum ki biz hala çok bağımlıyız.

Adam doğrudan yapamadıklarında da dolaylı olarak bağımlı kılmış Dolar'a bizi. Dolarla yatıp Dolar ile kalkıyoruz. Yoldan birini çevirip silkelesem belki de Dolar daha çok çıkar üzerinden, hazır İstanbul'da Arapça konuşanların sayısı Türkçe konuşanları geçmişken. Yol tarifi için bir kul arıyorum; yolda çevirdiğim ilk ikisinden sonra üçüncüde Türkçe konuşan biriyle karşılaştığım andaki hislerimi anlatamam. İlk zamanlarda, Alamanya'da bir gurbetçinin başka bir gurbetçiye denk gelmesi gibi bir durum bu.

Uzun lafın kısası; Çanakkale Harbi tüm hızıyla devam ediyor. Sadece top seslerini duymanız, karaya çıkarma halindeki eşkiyaları görebilmeniz için biraz durup düşünerek bakmanız gerekiyor. Bakın, sesi duyabiliyor musunuz? 

Çalıştırın şu fonksiyonlarınızı, güçlü Y'ler çıkarın ve onların toplamından güçlü bir ülke olsun. Ne zamanki başkalarının Dolar tehdidi bizim için yok hükmünde olur, buna karşılşık Türk Lirası ile oynamamızdan çekinilir oluruz, ne zaman ki yüksek teknoloji ürünlerimiz Japonlar, Amerikalılar'ın yaptığı gibi dünya genelinde vitrinleri süsler, cepleri, evleri, ofisleri doldurur; o zaman bağımsız olduğumuzu ilan ederiz. Şimdi çoook çalışma, idealleri bileme vakti.

Japonlar geçmişin atlı samuraylarını indirip bugünün teknoloji devlerine dönüştürmeyi başardılar. Biz Türkler ise geçmişin atlı sultanlarını putlaştırıp, onlarla kupkuru övünmeye devam ediyoruz. Onlar kadar bir değer üretme çabasına düşmeden.

Benden çok çıkan iki alıntı:

"Aynası iştir kişinin, lafa bakılmaz." Ziya Paşa
"İlim ve sanat, takdir görmediği toprakları terk eder." İbn-i Sina.

O halde gideni geri çağırmakla başlamalı işe. Bu da gayretle, şuurla ve idealle olur.

Cem TURAN

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder