19 Ağustos 2014 Salı

NEDEN YAZIYORUM VE KONUŞUYORUM?

Yıllardır şu felsefeye inandım: Dünyanın neresinde ve kim olursanız olun, bugün yaşıyor olmanız, geleceğin neslinin ve dünyasının şekillenmesinde sizi sorumlu kılar. Tıpkı bugünün dünyasının, geçmişte yaşayanların eseri olması gibi.

Değişik bir dönemden geçiyor dünya: Herşeyin çok hızlıca yaşandığı ve tüketildiği. Önceki yüzyılda belki onlarca yılı alan bir gelişme şimdi günübirlik, sıradanlar arasında sayılıyor. Hemen hergün, geçmişte devrim kabul edilen gelişmeler oluyor.

Bu hızlı tempo içinde, medeniyetin tanımını atlıyoruz. Daha fazla teknolojiye boğulmayı, daha fazla tüketip daha fazla kazanç için koşturmayı, daha lüks içinde yaşamayı, medeniyet olarak algılar olduk. Oysa medeniyet insanın ta kendisidir.

Bunca teknolojik gelişmenin bize, sosyal yaşamımız için daha fazla zaman üretip insanlığımızı doya doya yaşamak imkanını vermesi gerekirken bizleri giderek mekanikleştiren, bir yerlere yetişme telaşı içinde sürekli koşturan, materyal dünyanın biçtiği rol gereği sürekli tüketen, tükettiğiyle anlam bulduğunu düşünen ve tükettikçe borçlar altına giren, girdikçe faturalar için yaşayan ve daha fazla çalışmak için koşturan, kazandıkça daha da fazlasını tüketme girdabına düşen canlılar haline geldik.

Mental yetenekleri artırmak için var gücümüzle çalışırken, birer yarış atı gibi, ebeveynleri tatmin etmek için sınavdan sınava savrulan çocukların ruhi, manevi, duygusal dünyasını görmezden geldik. Sonuçta dijital insanına giden, geri dönülmez yolun eşiğine geldik. Bilgisayarlar hayatımıza kolaylık katacakken, biz insanlar dijitalleştik, kapasitemizi Byte cinsinden ölçer olduk.
Oysa insan eşreftir, mükemmel bir tasarımın, halen hakkında çok az şey bildiğimiz gizem dolu bir eseridir.



Bilgisayar alanındaki teknik üniversite mühendisliğim ve diğer teknik tüm vasıflarıma tezat, yıllardır insanları insanlara hatırlatan seminerler verdim, makale ve yazılar kaleme aldım. Gençlik benim herşeyim; ideliast, inançlı ve şuurlu olmasını, herşeyden önce kendisine tevdi edilen "İkra=Oku!" emr-i ilahisine yaraşır yetişmesini, hayata geliş nedenlerini sorgulmasını arzu ediyorum.

Her ne kadar insanın varoluşsallığına dair bu konular ilahiyat, psikoloji, felsefe, sosyoloji gibi sosyal bilimlerin tekelinde bugüne kadar gelmiş olsa da ben meslektaşlarımın belki de tek örneği olarak uzun yıllardır insanı tariflemeye çalışıyorum:

Nasılki, bir köprü veya bir uçak yapılmadan önce birebir küçültülmüş bir kopyası, modeli üretilip teste tabi tutulursa, yıllar içinde derinleştikçe inandımki; bilgisayar denen cihaz insanın düşünsel fonksiyonlarının birer modellemesidir. Dolayısıyla; beynin ve beyni etkileyen mekanizmaların birer numunesidir. İnsan alemin bir modeli, bilgisayar bilimleri ise insanın düşünsel bir prototipidir. O halde, bu nazarla baktığınızda; algınızı zorlayacak kadar engin bir alemi ve insanı irdelemek konusunda bilgisayar bilimlerinin de söyleyecek çok sözü vardır.

İşte yıllardan beridir, gerek profesyonel iş yaşamımda gerekse davet aldığım sosyal ve akademik camiada seminerlerimin temel konusudur, insan. Herhalde meslek zümrem arasında türümün tek örneği olarak, insana yönelik attığım her adım, beni daha da insana ve onu var edene hayran bırakan bir tasavvuf yolunu aralamıştır.

Yıllar yılı bize biçilen "üretmeyen bir pazar olma" sıfatını terk edebilmek için idealleri ve hayalleri olan, "ben de yapabilirim" inancına sahip gençler üretmek durumundayız ve bu konuda tablo çok pembe değil; yapılması gereken çok iş var.

Anlatımda en etkili yöntemin hal dili olduğuna inandım: Memleket deyince ışıldayan gözlerim, idealizm ve yarına olan inanç dendiğinde titreyen sesim, inanıyorumki söylediklerimden ziyade dinleyenlere tesir ediyorki, seminerlerden çok güzel tepkiler aldık şimdiye kadar.


Hep genç nüfusumuzla övünüp dururuz yıllar yılı. Oysa bilinç, hayal gücü, ideal ve azimden yoksun bir gençlik yarının potansiyelini ortaya koymadan yaşlanmış koca bir toplum demektir. İnanmış, umutları yeşertilmiş ve buyrulduğu gibi; hayatı okumaya başlayan, soran ve sorgulayan, elindeki bilgiyle yetinmeyen bir gençlik bize şifadır.

Bilim tarihi de benimle ilgilidir, ister istemez. Hele hele pek kimse bilmese de dünyanın ilk robotu, bilgisayarın atası diyebileceğimiz sistemler 1200'lerde bu topraklarda yapılmışken.

İbn-i Sina'nın bir sözü beni hep yaralamış ve bir küpe olarak unutmayacağım ahdime dayanaklık etmiştir: "İlim ve sanat, ilgi görmediği toprakları terk eder."



Dönmek zorunda, gelmek zorunda ilim ve sanat yeniden: İşte o zaman yaşadığını hissedecek yeniden bu toplum, yeşerecek gerçekten bu topraklar, kalkacak yeniden mahcubiyetinden eğilmiş başlar. Buna yürekten inanıyorum ve bu inançtan beslenerek güç buluyorum.

Bu temenni ile saygılarımı sunuyorum ve teşekkür ediyorum. Yazmak kadar okumak da zor sanat ve ciddi bir fedakarlık bu koşturmaca dünyasının içinde. Umarım bir vaha, marina gibi kısa süreli de olsa sığınılacak bir dinlence mekanı olabilmiştir yazdıklarım.

Cem TURAN

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder