29 Ağustos 2014 Cuma

LİDERLİK, HOCALIK VE KİTAP

Bir rahip olan Mendel'in bezelye deneylerinden bu yana, durmadan devam eden laboratuvar çalışmaları, tıpkı bir sigorta kutusu gibi, insanın genetik şalterlerin indirilip kaldırılmasıyla programlanabileceği rüyası gören araştırmacıların elinde yapılageldi.

Bu arada; Mendel gibi din adamlarının bilime merakları ve kiliselerinde oluşturdukları laboratuvarlarında bilime katkı sağlayan, ilerlemesini tetikleyen çalışmalarda bulunmaları, Batı'da örnekleri sıkça görülen bir husustur. Özellikle onaltıncı ve onyedinci yüzyılda yaşamış ve bugünün bilimsel yönelimlerinin temelini atmış şahsiyetlerin çoğunda dini kimlikler bulursunuz.


Oysa inen ilk ayeti "Oku!" olan Kuran-ı Kerim'in dininin temsilcisi din adamlarımızın pozitif bilimlere olan mesafesi, tevekkülü tembelliğe kılıf bir kadercilikle karıştırmaları neticesinde, bizde örneklerine son birkaç yüzyılda rastlamadığımız, ibret verici bir tablodur, bu.

Batıdaki genetik bulmaca merakı, herşeyimizi genetiğe bağlayan doğuştancılarla çevrenin bizi şekillendirdiğini ve var ettiğine inanan yetiştirmeciler arasında, yılan hikayesine dönen tartışmalar sürüp gitmektedir. Çok şükürki, kazananı yoktur bu mücadelenin: İnsan ve davranışları ne sadece DNA'mızdaki genetik şalterlerle yönetilecek kadar mekanik ne de sadece varlığını çevresel koşullarla bağlayabilecek kadar sığ bir varlıktır. Her iki kuvvet bir araya gelerek canlıların yaşamsal yol haritasını oluşturur.


İnsanı mekanik gen şalterleri olarak tanımlamak için özellikle son bir yüzyıldır, büyük efor sarf eden araştırmacıların tezgahına liderlik konusu da geldi, şüphesiz. Eğer bir yolu varsa, genleri ile oynayıp mükemmel lideri üreterek toplumunu öne geçirecek kahraman bulunamadı henüz.

Gerçekten böyle kalıtsal bir ilişki var mıdır, liderlik vasıfları genetik olarak açıklanabilir mi?

Araştıranlar, beyin hacmimizle çetinceviz bir karaktere sahip oluş arasında birşeyler bulduklarını söyler gibiler. Bulunan insan fosillerine bakarak derlerki, eskiden beynimiz daha hacimliydi.O zamanlar daha saldırgan, istediğini alan bir genel karakteristiği varmış ataların. Giderek, medenileşme ve şehir yaşamına giriş beynimizin gelişimini baskılamış ve daha küçük kafalı, uysal insancıklar oluvermişiz, zamanla.

O halde, iyi bir lider biraz büyük kafalı olmalı. Küçük kafalılardan pek fazla kararlı, inatçı lider çıkmıyor galiba. Lider özellikler sergileyen arkadaşlarınıza ve dünya liderlerine bir de bu gözle bakın, isterseniz.

Bu zorlama bakışı, liderliğin genetik olup olmadığı tartışmalarını bir kenara bırakırsak, ben liderlikle yetişme sürecindeki çevresel koşulların da yoğun olarak şekillendirici olduğuna inanıyorum. Elbette, yeterince destekleyici delilim de var.

Peki ama liderlik nedir? Kim liderdir? Sudan ucuzmuş gibi, gelip geçen herkes lider demekle lider olabilir mi, gerçekten? Ne mümkün!

En karıştırılan iki kavram: Lider ve yönetici. Yönetici, önceden tanımlanmış bir menzil ve sorımluluklar listesi eşliğinde görev yapan kişidir. Gerçek bir lideri sınırlamak ise pek mümkün değildir. Akan su gibi, bir yolunu bulur ve kendi sınırlarını kendi oluşturur. Gem vurulmayı sevmez ve özgürlüğüne düşkündür lider. Elini attığı her işte kendine ait bir özgünlük vardır ve beraberindekileri zaman zaman sıkıntıya sokacak kadar öngörülemez olabilirler.

Liderlik güdüsü, yeryüzüne yol bulup fışkıran ve kontrol edilmezse, bir yol ve doğrultu kazandırılmazsa tahrip etme potansiyelini de içinde barındıran ve bu nedenle toplumlara, bulunulan ortamlara şekil verici bir karakter özelliğidir.

Bu kişiliklere uygun yön vericilere, zihnin ve ruh dünyasının bu müthiş güce paralel oranda hazırlanmasını sağlayacak üstad eğitimcilere ihtiyaç duyulur. Bu vasıftaki eğitimcilik öyle yoldan geçenle, KPSS sınavında başarılı olup memur olma sevincini her şeyin üstünde tutanlarla olacak bir iş değildir, şüphesiz. Çok özel, en az kendisine emanet edilecek özel kişilik kadar hayatı, varoluşsal dengeleri, sebep-sonuç ilişkilerini geniş bir perspektiften gören, onun bunun söylediklerinden veya doğduğunda kucağında bulduğu kimlikten ötürü değil, gerçekten araştırıp, merakını yenecek ciddi delilleri sırtına yükleyerek inandığı ne varsa tahkik ederek inanan, miskinliğin mahallesine uğramamış, Akşemseddin gibi ardından toplumun yeni liderlerini yürüten, huzurunda diz çöktürüp ilmin kutsiyetiyle doyuran hocalara ihtiyaç, ziyadesi ile var.

Öyle hocalardan geçen çocuklar ancak kitaba, kaleme hak ettiği ihtimamı gösterir, diğerleri için dünyevi bir amaca ulaşana kadar mecburen tutulması gereken, sonrasında çöpü boylamasında bir engel görülmeyen birer madde iken. Kitabın rahiyasını, kokusunu içine çekmeyi, içindeki muteber bir cümleyi tartacak hiçbir dünyevi değerin olmadığını düşünen, üzerine karalamaktan, yazmaktan, sayfa kenarının kıvrılmasından ve kırışmasından imtina eden, kaleme de o uhrevi ilmi nakşettiğinden, hürmette kusur etmeyen aydın insanı yetiştiren hocaya hasret, bu toplum için hava ve suya muhtaçlık kadar şiddetli.

İşte o öğrencilerle kurulacak toplum, değil bir kitabı fırlatmak, yere atmak, en kutsal emanet nazarıyla sahip çıkar düşünce ürünü, basılmışlara. Mağara duvarından, ceylan derisinden başlayarak yazı yazma eylemi ve dolayısı ile üretilen yazgı kutsaldır. Üzerinde ilim barındıran, insana atfedilen en güzel özellik olan düşüncenin ürünü bilgiye taşıyıcılık eden, insanlara öğreti içeren her materyal mukaddestir ve hürmeti fazlasıyla hak eder.


Böyle hocalar olmadığı içindir, bu toplumun acıları. Kendini bulamamış, kendinden iki beden büyük erdemde ve kişilikte, ilme bulaşık vakfolunmuş bir yaşam süren mihmandarı, hocası olmadığından, içindeki çağıl çağıl akan çağlayanları ehlileştirip insanlığa faydalı kılmanın yollarını gösterecek bir abid yoluna çıkmadığından, bu lider kişiliklerin çoğu ya terör örgütlerinde yol bulur ve liderlik ederler ya da toplumun anlamsız, sorgulamayan yaşamından kaçarak antisosyal ve uyumsuz olarak damgalanırlar, mutsuzluk girdabı içinde ölümü beklerler.

Şimdi etrafınıza bakın: Etrafınızda belki bir kapıcı çocuğu, belki kendi çocuğunuz veya arkadaşı, belki de siz. Bu lider tarifinde kendinizden neler bulduğunuzu irdelemeye çalışın. Belki toprağa gömdüğünüz ve unutmak istediğiniz ideallerinizi depreştirir bu yazı, kim bilir. Lider kişilik çoktur bizde, çoğu üzerine ölü toprağı örtülerek normalize edilmiş, vasatlaştırılmış, avam gibi davranmaya zorlanmış şekilde yaşam sürmeye çalışır.

Lakin aynı yoğunlukta, anlattığım türde hocalara, öğretmenlere denk gelir misiniz, şüpheliyim. Keşke "öğretmen" vasfını taşıyanların yüzde biri bu tarife uygun olsaydı, inanın toplumun bambaşka bir yerde olması için yeterliydi bu ama korkarım, değil.

Yüzyılda bir büyük liderlerin çıktığı gibi boş bir safsataya inandırmıştır kimileri. Oysa mahallelerimiz, köylerimiz gözleri parıl parıl parlayan lider adayı kaynıyor ve biz onları aptallaştırmaya, kendilerini bu ayrıcalıklarından ötürü cezalandırmaya, sabah dokuz akşam beş, memuriyet veya memuriyet gibi ücretli çalışanlar kervanına dahil edip emekliliği ve ölümü bekleyenlerden kılmak için var gücümüzle baskılıyoruz.

Ya kitap? Kitap olarak tarif ettiğim, öyle her kağıda geçirilip ciltlenen şey değil. İçinden irin akan, değersiz, okuyana göz yorgunluğu ve zaman kaybı, ruhi rahatsızlık veya en azından sıfır dışında bir tortu bırakmayan, hakaretin ve güncel popülarizmin doruğunda olup belki aylar belki de yıllar içinde kesekağıdı yapmak dışında hiçbir fonksiyonu kalmayacak kitabımsı, gazetemsi, dergimsi şeyler değil, kastettiğim. Bir sürahi gibi önce kendini doldurmuş adam gibi yazarın elinden çıkmış, okuyucusuna kana kana su ikram edip, bilgiye susuzluğunu gideren adam gibi kitaplar. Yüzlerce yıl sonra bile okunmaya değer görülecek türden yazıtlar. Tıpkı geçmişten gelen güzel örnekleri gibi.


Hatırıma Osmanlı'nın kurucusu Osman Gazi'nin, geceyi geçirmek üzere misafir edildiği odadaki Kitap'ın varlığından ötürü, hürmetsizlik etmek endişesi ile yatamayıp bütün geceyi uykusuz geçirdiği kıssası geldi. Boşa değil, bir imapartorluğun kurucusu olarak tarihe geçmek, mutlak bir nedeni var. Edebali gibi bir hocanın ürünü olmak, burnundan düşmüş bulunmak, böyle bir ağacın dibine düşüp yuvarlanan bir meyve olmaktan başka bir durum değildirki bu. Toplumlar, o toplumlara lider hazırlayan, ilmi hal diline çevirerek damıtmış hocaların eseridir.

Öğretene "hoca" deriz, biz. Gerek dini öğreten, bugünkü Diyanet topluluğu ve özellikle cami görevlileri. Gerekse okullarda, üniversitelerde beşeri, pozitif bilimler nazarıyla aslında hayatı ve içindekileri kavratma makamlarında bulunan öğretmen ve akademisyenler. Özellikle din görevlileri için bu sözüm. Hocalık makamının gereği, sadece beş vakit bir görev ifa etmekle yapılmış olamaz. Aydınlığın ve aydınlanmanın membağı olmalı, mahallenizin veya köyünüzün üniversitesi gibi kabul görmeli görev alanlarınız. Hal dilinizi okuyanın içine okuma ve öğrenme aşkı doğmalı, cemalinizden ilim akmalı halk için, elinizden kitap düşmemeli. Kah matematikle kah fizikle izah edebilir olmalısınız, inanmanın gerekliliğini. Eğitim camiasına zaten bunları söylemek, abesle iştigal olur. Korkarım abes dediğim şey, belki de zaruret olur.

Hatırlatmak zorundayım; bir gün mutlaka hocalık makamlarını işgal edenler de, bu çok mukaddes, ulvi, layığı ile yapıldığında derecesi çok yüksek, imrenilesi görevlerini ne şekilde geçirdikleri, ne düzeyde aydınlık saçıp insanlığa insan yetiştirdikleri konusunda sınava girecekler. Sınav ise ancak çalışanların zaferle geçecekleri bir kapı değil midir?

Haydi şimdi kaldığımız yerden devam edelim, bitmeyecek sandığımız hayata: Sahi, mesainin bitmesine kaç dakika kaldı? Bu yıl kaç lira zam verir hükumet?

Cem TURAN

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder