4 Kasım 2014 Salı

BULANIK MANTIK: YOKLUK ACABA VAR MI?

Bulanık mantık, Azeri bilimadamı Prof. Dr. Lütfi Askerzade'nin 1961'de yayımladığı bir makale ile insanlıkla tanıştırdığı bir yaklaşımdır. İfadenin İngilizce karşılığı olan Fuzzy Logic dersem belki de bazılarınız için, çamaşır makinesi veya benzer cihazlarda görülen bir ifade olmasından ötürü daha tanıdık gelebilir. Özetle; sadece 1 ve 0 ile ilgilenen bilgisayar bilimlerinin gerçek yaşama yaklaşabilmesine olanak veren derecelendirmeler kullanabilmesidir. 

Konumuz elbette bilgisayarlar değil, sosyal yaşamda çokça tartışılan yokluğun ispatı konusuna değinmek istiyorum. Acaba kimi basite inanmak konusunda aşırı iştahlılar gibi yok denenin yok olmasından ötürü ispata gerek yok mudur yoksa yokluk da kendi içinde bir varlık ve ispata muhtaç mıdır? Doğrusu insana yakışanın, elinde somut ve anlaşılır bir delillendirme olmadan hiçbir konunun peşini bırakmak olmadığına inanıyorum. Zaten bu merak ve gayretle hareket eden insanlar hürmetine bilim dediğimiz olgu ilerlemiyor mu?


İspat kişinin doğrularının gerçeğe uygunluğunu test eder. Her doğru gerçek değildir çünkü doğru, gerçeğin algılanışı ile ilgilidir ve gerçekten sapma payı bir hayli yüksektir. Tarih, gerçek kabul edilen doğruların yanlışlıklarının ispatıyla, doğruların çöküşüne şahitlik etmiştir, çoğu zaman. 

Bir doğrunun gerçekle uyumunu ispat etmek, elbette iddia makamına ait bir sorumluluktur. Algılanan doğru bir varlığı işaret edebileceği gibi yokluğu da söyleyebilir. Dolayısıyla; her durumda ispat gerekir. 

Algılanan yokluk için ispatlanamaz demek, sadece topu taca atmak; insana özgü muhteşem bilişsel mekanizmayı kullanmamak demektir. İspatlayamıyorsanız sadece hikayedir ve kimileri hikayelere inanmayı sever ama değil gerçek, hiçbir dayanağı sunulmamakla bir doğru bile değildir. Sağlıklı bir bilinç, ispatlayamadığı şeye inanmaz. 

Yokluk da ispatlanabilir eğer iddia ediliyorsa. İspatlanamayan bir yokluk algısına kanarak bir öznenin yok olduğunu mesnetsiz iddia etmek yerine "ben göremiyorum, algılayamıyorum" demek daha yerinde olur ki bir gerçeği inkâra düşmesin. 

Bu değerlendirmelerin elbette aklı başında bireyler için geçerlidir. Meczuplar ve aklı zayi olmuşlar hariç tutulmuştur ki onların düşünsel bir sorumlulukları zaten olamaz. 

Bakmak görmek değildir şüphesiz Bakamamanın da ille de görememeye neden teşkil etmesi beklenmemelidir. Çünkü görmek bir beyin ve idrak fonksiyonudur. Bakmak ise buna göre, ilkel veri toplama yöntemlerinden sadece biri. 

O halde yanlış bir ifadedir, görme engellilik. Doğrusu bakma engellilik olmalıdır çünkü gözümüz görme değil, bakma organımızdır ve bakma engelliler de görür hem de daha konsantre görürler bakabilenlerden. Ve hiçbir zaman bakamadıklarını görülmez sanarak inkâra yeltenmezler. 

Ben bu mantığı biraz daha bulandırabilirim. Düşünsel boyutun bilgisayar modellemesi: Yazılım üretiminde bilgiyi tanımlarken, bir bilgi tutucunun içine hiçbir ilk değer (initial default value) vermediğinizde o hiçtir, hiçliktir. Kimi mimariler "Null" olarak ifade eder bu durumu. Bilgisayara "hadi onu bana göster" dediğinizde zavallıcık ruhen çöker ve "hiç olanı gösteremem" kabilinden derdini ortaya koyar. 

Oysa içinde bir değer olmamasını arzu ettiğimiz bir değişkene boşluk, sıfırlık ile değerce yokluk isnad ettiğinizde bilgisayar bu bilgiyi anlar ve ona göre yorumlar. Kısaca yokluk ve hiçlik aynı kavramlar değildir ve insan hiçlik uzayından bir nokta olmadığından, muhatap olacağı hiçbir konu da hiç olamaz. Olsa olsa yokluktur ki o da değersel bir anlamdır ve ispatlanabilir bir doğruluktur. 

Yokluk bir nesnenin gerçekte yok olduğunu yani hiç olduğunu değil, yok olduğunu söyleyenin algısı içine giremediğinin bir göstergesidir her şeyden önce ve bu durum o nesnenin gerçekte de olmadığını, hiç olduğunu göstermez.


Öğrencisine kızmıştır hoca ve ağzından gayri ihtiyari şu söz çıkar:
-Yok ol!

Öğrenci gerçekten de yok olur, hocasının hışmına uğramamak için hocasının algı alanının dışına çıkmak için sınıftan ayrılır.

Ama öğrenci gerçekte halen vardır. Kantine giderek bir güzel karnını doyurur.

Bu öğrenci "hiç" değildir, mevcuttur ve gerçektir ama bir süreliğine hocası için yoktur. Algılanamamaktadır.

Başka bir ifade ile öğrencinin yokluğu vardır ama hiçliği imkansızdır. 

Bir de Newton'un ağzıyla gidelim: Malum enerjinin korunumu yasası. Enerji boyut, faz değiştirebilir. Potansiyelden kinetiğe veya tersi yönde bir etkileşime geçebilir. Kinetik olarak yok olup potansiyel olarak var olabilir ama hiçbir zaman hiç olmaz. Yani enerji korunur. Yaratılmış, yaşamın içine konmuş hiçbir varlık da hiç olamaz ama yok olabilir, algılanamaz olabilir.

Dünyada şüphesiz başka metafizik varlıklar da vardır ancak algımız bunları doğrudan algılamaya sınırlandırılmış olabilir. Ölüm sonrası ruh varlığını korur ama dünyadakiler için yoktur artık fakat bu hiçlik içinde de olduğu anlamına gelmez.

UFO'larla karşılaştınız, uzaylılarla tanıştınız mı hiç? Eğer hiç uzaylı görmediyseniz uzaylılar var mıdır yok mudur sizce? Yok diyor iseniz bu sizin algınızdan ötürü müdür yoksa evrenin tamamını tarayarak hiç olduklarına yemin edeceğiniz kadar emin olduğunuzun göstergesi mi?

Ben hiç DNA da görmedim ve yok olduğunu iddia edebilirim pervasızca. Ama bu onun gerçekte var olmadığını göstermez. Ancak yokluğunu ispatlayabilirsem bu iddiam ciddiye alınabilir türden olur.

Ali Bey'de kanser hastalığı yok. Çünkü CA Marker denen hormonlarında bir anormallik yok. Yokluğun yoklukla ispatıdır, işte bu.

İnsanın bir de şu tarafı var tabi. Baktı ki olay sarpa sarıyor, şu konuşmadaki gibi inkâr iyi bir alternatif olarak hazırda bekliyor:



- Bana o sandalyenin orada olmadığını ispatlar mısın?



- Hangi Sandalye?


Peki ya sizce hangi sandalye?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder