5 Kasım 2014 Çarşamba

KAMU VE BELEDİYE VANDALİZMİ

Böyle bir başlık atmak istemezdim ama gerçek bu. Kimi zaman yüz yüze konuşmama, kimi zaman üşenmeden mektuplar yazmama, kimi zaman da orada burada makalelerle dikkat çekmeme rağmen vahşice ve mekanikleşmiş bakışından halen taviz vermiyor kimileri.


Son yıllarda hızla, medeniyeti betondan legolar inşa etmekle bir tutan bir anlayış hakim oldu genelimizde: Ne kadar beton o kadar inkişaf etmiş sayanlar var kendini. Özellikle inşaat sektöründe yer alan ve dolayısı ile kamu ve belediyelerde de hakim olan görüş gereği, boş bir arsa gördü mü, iştahı kabarıp ağzından sular saçarak saldırıyor bazı meslektaşlarım.

Hangi arazinin boş olduğu da sakat bir konu. Boş arazi demek, "üzerinde insan olmayan" demek onlar için. Şehir kuracağız diye zorla ellerinden topraklarını aldığımız hiçbir canlıya en ufak bir saygımız yok.


Bu sahneleri genişleyen İstanbul alanlarında ve "şehirleşmenin betonlaşma olduğunu batı şehirlerinden kurs alan yeni iştahlı" Anadolu şehirlerimizde sıkça görüyorum. Daha bir iki yıl önce, Toplu Konut İdaresi tarafından ilk etapları yapılıp teslim edilen ve bir milyon insanın yaşaması öngörülen "Yeni İstanbul'un çekirdeği" projesini görmeye gittiğimde yoluma bir tilki ve tavşan çıkmış, ne yapacağını bilmez halde evleri olmaktan hafriyat alanına dönüşmüş toprak tepelerinin arasında yitip gitmişlerdi.

Bu konuyu, her biri farklı açıdan olmak üzere farklı yazılarda yeniden ele alacağım. Çünkü bu değil yaşam, bu değil medeniyet ve erdemli insan olmak. İnsanlık, iş makinelerinin azman dişleriyle hayatlar karartıp, kendinden başkasını görmeyecek kadar bencil ve bunu da rant için yapan bir yok edici yaratık olmak hiç değil. Hiç şüpheniz olmasın, eğer para veren hayvan ya da bitki familyasından birileri olsa, inşaat sektörümüz onları da birden düşünmeye başlar; bugün gazeteleri, bilboard'ları doldurup taşıran ve cennet gibi bir yaşam vaad eden inşaat projeleri onlar için de gerçekleştirilirdi. Maalesef para veremiyorlar ve bundandır, rant dünyasının değil öznesi, belirtili ya da belirtisiz, nesnesi bile olamıyorlar.


Resimlediğim bir örnek ile huzurunuzdayım: İstanbul-Edirne otoyolunun, Mahmutbey gişelerinden sayılı dakika mesafe sonrası. İBB (İstanbul Büyükşehir Belediyesi) tarafından ihale edilmiş küçük bir kavşak düzenleme çalışması. Fotoğrafları belirli bir mantığa göre derlemeye çalıştım. Sırasıyla baktığınızda göreceğiniz gibi, daha önce de İSTANBUL BÜYÜKŞEHİR BELEDİYE BAŞKANLIĞI tarafından dikilen gencecik fidanlarla donanmış yol kenarları. Bundan dolayı belediyeyi çok takdir ediyorum, gerçekten yeşil alan üretimi konusunda duygulandıran, takdire değer bir irade ortaya koydu. Bunu mutlaka siz de etrafınızda yoğun olarak hissetmişsinizdir, son yıllarda. Bu hislerime rağmen, birilerinin objektif olması gerekir ve mesleki olarak bu benim boynumun borcu, analiz edip sonucunu söyleyeceğim:

Resimlere baktığınızda, daha yeni yeni kendini bulan, bulundukları yerin birer parçası olan genç fidanların yüzlercesinin, bir yol genişletmesi sırasında nasıl "katledildiğini" görmenizi istiyorum. Birkaç günlük çalışma sonrasında devasa boyutta hafriyat kamyonlarının hayata henüz tutunmuş, bizim göremeyeceğimiz on yıllar sonrasında bile nefes vermeye hazırlanan bu körpecik fidanların üzerine nasıl moloz yağdırdığını, diri diri toprağa gömdüğünü anlatsın size bu resimler.

Ben bu resimleri çekerken tesadüfen yolun karşı kıyısındaki bodur yeşillikler arasında belki on tane sincap yavrusunu, oynaşırken gördüm. Karbon monoksit oranı ve gürültü kirliliği yüksek olan, yol kenarındaki küçük bir çalılık alan içine sıkışmış da olsalar, mutluydular. Ta ki, "herşeyi çok iyi bilen", dinamikten fiziğe, akışkanlara ve mekaniğe kadar fakültelerinde konuları yalayıp yutmuş ama "canlıya saygı", "insan olma hakikati", "çevresel emanetler", "etik ve varoluş" gibi derslere müfredatlarında hiç yer verilmemiş mühendis abileri veya ablaları, onları sıradan bir tuğla gibi birer meta olarak görüp Azrail'leri oluncaya kadar.


Kaç saat alırdı, daha kök salmamış, bel hizasına ancak gelen belki yüz fidanı edeplice, insani erdemlere yaraşır şekilde toplatmanız, bir başka yere aktarmanız? Trilyonluk bütçenin içinde çekirdek parası eder miydi, bunun maliyeti, söyleyin! Fakat ölçülemeyecek kadar büyük bir değere sahip olurdu "eşref yaratılmış insan" olarak eğer civata ile nefes olan fidanı, börtü böceği bir tutmasaydınız ama olmadı...

Medeniyet, betonlara mahkum etmek değildir, kendini.
Medeniyet, hayatı bir kendinden ibaret sayacak kadar bencillik de hiç değil.
Medeniyet, cetvelle, makinelerle, CAD programları ile kurulacak bir olgu da değil, üzgünüm.
Medeniyet farkında olmaktır önce kendinin ve sonra hayattaki yerinin. Kendi uğruna kasdetmemektir sebinin, bihaber masumun, senden çok zikredenin hayatına.
Medeniyetin lokomotifi, beton külçeler gibi her an yıkılıp yerine başkası dikileceklerle uğraşmak değil yıkılmayacak kadar sağlam düşünceler, değerler üzerinde büyüyebilmektir.

Ve medeniyet, "Emin" olabilmektir, cümle varlık için. Tıpkı kelamda, tabi olduğunu söylediğin, vahşetin içinde insanlığı öğreten Rehberin gibi. Oysa sen şimdi nelere imza atıyorsun, nelere sebep oluyorsun, bir gör.

Cem TURAN

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder