26 Kasım 2014 Çarşamba

DUYARSIZ TOPLUMLARIN KANUNLARI ÇOK, AĞITLARI UZUN OLUR: İŞ GÜVENLİĞİ

 Geçenlerde İETT'nin İkitelli yerleşkesindeydim. Oldukça büyük bir alana kurulu kampüsün "tehlikeli atıklar" tabelasının olduğu yerde çelik konstrüksiyondan yapılmakta olan inşaat dikkatimi çekti.
Yerden metrelerce yüksekte işçiler kaynak gibi tehlikeli bir iş yapıyorlardı: Baretsiz, kemersiz, özel kıyafetsiz... Çelik çubukların üzerinde ip cambazı gibi. Tarzan gibi diyesim geliyor ama onun bile daldan dala atlarken tutunduğu sarmaşıkları oluyordu.


Yer önemli bir belediye tesisi olan İETT, işveren İBB. Ama duyarsızlık hastalığı yine diz boyu.

Düşündüm; Allah korusun, işçilerden biri  oralardan düşüp beton zemine çakılsa, ne olur diye?

Kameralar gelir, başta basın sonra kamu idareleri güya duyarlılık abidesi kesilirler. Ellerinde mızraklar, günah keçisi ararlar vurmak için.

Peki ama kimdir suçlu?

Örnek olması gerekirken, saldım çayıra Mevlam kayıra deyip işçilerin bu haline göz yuman İstanbul Büyükşehir Belediyesi mi?

Bunca yaşananlardan ibret almayan, halen "bana bişicik olmaz" takılan, güvenlik talep etmeyen, verileni kullanmayan işçiler mi?

Olaydan olaya kameralarla ortaya dökülen ama gerçekte benim gördüğümü umursamayan ve adına basın denen şovmenler mi? Hatırlarsanız, Avcılar'da yıkılan üst geçitte, inşaatta düşen asansörde de hemen bölgeyi mesken tutmuşlar ama sonra toplanıp bir başka fotojenik olayın peşine yelken açmışlardı.

Oysa kitle iletişim mekanizmasının bugünkü en önemli görevi sürekli bilgilendirme ve bilinçlendirme olmalı.

İnsan hayatı ucuz mu? Evet, işte bizde bu kadar ucuz. Bin tane iş güvenliği kanunu da çıkarılsa daha kamunun kendisinin hassasiyetinin samimi olarak bulunmadığı bir ortamda ne söylenebilir, kestirmek zor.


Trafikte, aracın kemerine dahi yolda polis görünce sarılan, geçince çıkaran, aparatlarla alarmını susturan, tümörleşmiş bir hastalıklı anlayış hakimken, inşaat ve maden işçilerinin kendilerinin de güvenlik ekipmanlarını birer zul, teferruat olarak görüp, kendi canını önemsemeyenleri varken elbette çok ucuzdur hatta sudan ucuz, sebildir insan hayatı bizde. Biri gider biri gelir, ocakların biri sönerse diğeri yanar çünkü ve biz buna erdemli, onurlu yaşam deriz, öyle mi?

Duyarsız toplumların kanunları uzun ve çok olur. Duyarlı olanların anayasaları bile bir avuç madde içerir.

Ağıt kültürü de gelişkindir böylesi toplumlarda. Kabir başlarında "getti!" diye ağlaşır, cinaslı ağıtlar yakarız. Oysa atın ölümünün arpadan olmasında bir engel görmeyen de acı patlıcana kırağı çaldırmayan da biz değil miyiz?

Bu ahvalin kurumsallaşmış hali değil midir, elinden taziye çelengi düşmeyen devlet erkanı? Ve klişeleşmiş sözler de bunun eseri değil midir: "Devlet yaralarınızı saracak", "hesabı sorulacak", "devlet baba yanınızda" ...


Deprem hazırlıkları deyince bile ilk aklımıza gelen yara sarma, ceset torbası stoğu bulundurma değil mi? Tedbir üretmekte neden bu kadar isteksiz davranıyoruz, hiç düşündünüz mü?


Bizde birşeyler var: Havamızda mı suyumuzda mı bilmem ama ayağı buralarda toprağa basanı yoldan çıkarıp azdıran, bilincini alıp adam sen de'ci kılan. Avrupa kurallarına kuzu kuzu uyan "Alamancı" vatandaşlarımızı Kapıkule'den geçtikten sonra azmanlaştırıp kural tanımaz trafik canavarı haline getiren bir güç belki.

Sinerjiyi önemle vurguluyorsam yazılarımda, inanın bunu kastetmiyorum. İnsan üzüm değil; birbirine bakarak kararmamalı bilakis baktıkça aydınlanmalı.

Cem TURAN

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder