25 Kasım 2014 Salı

TOPLUMSAL İNOVASYON, ÇEVRESEL ŞEKİLLENDİRİCİLİK VE ÖĞRETMENİN ROLÜ

  İnsan şüphesiz sosyal bir canlı. Bunun sonucu olarak; çevresi ile doğrudan ve dolaylı etkileşim halinde olup, bu ilişkiler sonucundaki edinimlerin tezahürü olarak kişiliklerin  şekillendiği görülür.

  1953 Yılındaki DNA keşfinden sonra, uzun yıllar genetik bilimciler, insanın davranış, zeka ve yeteneklerinin şekillenmesinde genetik kodların izini takip ettiler. Diğer pozitif bilimlerden aşina olunduğu haliyle; insana mekanik bir kolaycılık atfetmeye eğilimli bilim insanları, DNA'nın milyarlarca şalteri barındıran bir elektrik panosu olduğuna, eğer uygun şalter bulunup konumu değiştirilirse bir insanın zeki, yetenekli, güçlü hafızalı, dahi, ahlaklı gibi arzu edilen tüm meziyetlerle donatılabileceğine inandılar. Hatta kanser gibi hastalıklara neden olan genleri bulup sigortalarını kapatarak bu hastalıktan da kurtulabileceklerini umdular. Oysa sonuç hiç de onların umduğu gibi olmadı: Canlılar dünyasının müthiş tasarım mühendisliği içinde insanın sahip olduğu karmaşık dünya, bilim insanın halen insan hakkındaki bilgisinin çok sığ olduğunu bir kez daha ispatladı. İnsan genetik faktörlerden çok çevrenin bir ürünüdür.


  Çevresel şekillenme süreçlerinin en önemli zeminini şüphesiz, öğretim ve eğitim faaliyetleri oluşturmaktadır. Bu faaliyet sanki okullarla sınırlı tutulan bir zaman kesitini ifade ediyormuş gibi algılansa da aslında tüm yaşam döngüsünü içine alan, ilk nefesten son nefese kadar içinde olunan, hayati bir süreçtir.

  Bu gerçekten yola çıkarak, örgün öğretim ve eğitim faaliyetlerinin temel dinamikleri asli olarak, bireye ömür boyu kullanabileceği öğrenme, yorumlama, tasarlama ve gerçekleme meziyetlerini kazandırabilmelidir. Bunun için soyut malzemelerle egzersizler stratejik önem taşımaktadır. Çünkü bunlar toplumsal bir kimliğin, aydınlanmacılık ve gelişimcilik yönünde harekete geçebilmesi için yegane anahtar rolüne sahip yaşamsal bileşenlerdir.

  Dünya tarihine bakıldığında; sıcak savaşların yanı sıra, eğitim faaliyetlerinin bölgesel ortak bilinçaltı oluşturmada yoğun olarak kullanıldığı görülür. Örneğin; adeta bir kitlesel silah gibi; sessiz ve derinden, sabırla yürütülen eğitim tabanlı stratejiler günümüz dünyasının bir bölümünü üretenler, bir bölümünü de üretenlerin ürettiklerini tüketen, bağımlı pazarlar olarak şekillendirmiştir. Tüketenler ligindeki coğrafyalarda, süreklilik arz eden eğitim stratejileri sonucu ideallerinden vazgeçmiş, üretmek gibi bir düşü olmayan, ideal beslemeyen ve bunlara mukabil eğlence, futbol fanatizmi, şans oyunları, diziler ve televizyon programları, vasatlaştıran mahalle çevreleri gibi kavramlar toplum genetiğine işlenerek kalıcılaştırılmıştır.

  Sanayi devrimi sonrası aranan yeni pazarlar yeni bağımlılıklar üretmiş, bu coğrafyalardaki insanlar üretenler grubundaki ülkelerin markalarını taşıyan ürünlere sahip olmayı birer sosyal statü ifadesi olarak kullanmaya başlamışlardır.

  Kurulmuş bulunan bu denklemde bir bozulma istenmemektedir: Tüketenler liginde iken "ben de yapabilirim" idealini dile getirmek umulan bir eğilim olmadığı gibi, pazar kaybetme endişesi taşıyan üretenler ligi oyuncularını kızdırmaktadır.


  Bu uğurda öğretim ve eğitim terminolojisi bile karıştırılmaktadır. Bilgi yığınları altında ezercesine, kısa süre içinde unutulacağı bilinmesine rağmen, genç bireylerin zihinlerini doldurmanın eğitimle de özdeş olduğu gibi bir yanılgıya düşülmektedir. Oysa eğitim, yanında hiç erzak olmayan bir bireyin dahi hayatta kalabilme, bir medeniyet kurabilme ve yaşatabilme becerisini kazandırmalı, idealist ve hedefli bir yaşam öngördürmeli, hayal gücünü ve öz inancı, güveni beslemelidir.

  Sınıf içerisinde öğrencilerin, hatta bir bilimsel toplantıda bile katılımcıların konuşmacıya soru sormalarının önünde bir engel teşkil eden ve toplumsal bilince yer etmiş, genetiğine işlemiş "acaba fikrimi paylaşırsam ayıplarlar mı?" düşüncesi bile entellektüel özgüven kodunun bozulmuşluğu ile ilgilidir.

  Günümüzün popüler teknoloji ürünlerine, bir kültür getiren sanal paylaşım imparatorluklarına bakıldığında, hiçbirinin geliştiricisinin dahi diyebileceğimiz vasıflarda olmadıklarını görmekteyiz. Hemen hepsi sıradan, ortalama insanlardır aslında. Ancak kendilerini aşmaya sevk etmek üzere tasarlanmış sosyal çevreleri, mahalli yaşamları kendilerini başarıya götürerek, bugün devlet başkanları gibi ağırlanan teknoloji dünyasının temsilcileri durumuna getirmiştir onları. Toplumsal genetik faktörler yine iş başındadır.

  Bir toplumun aydınlanmacı dönüşümü genç insanlarından başlamalıdır. Geçmişin kodlanan toplumsal genetik urları birer birer giderilmeli ve yerine inanç, kararlılık, merak, insan ve canlı sevgisi, idealizm ve hayal gücü konulmalıdır ve bu dönüşüm ancak öğretmenler eliyle mümkündür. O halde önce öğretmenliği yeniden tanımlamak ve mensuplarını motive etmek gerekir.

  Bilim bir yoktan yaratış eylemi değil, yaratılmış olanlardan esinlenerek modellemelerde bulunma, yaratılmışları kopyalama yoluyla, farklı kombinasyonlarda kombine ederek türetme çabasıdır. Bu nedenle; kuşların kanatları halen uçaklarda, vahşi hayvanların kazıcı pençeleri iş makinelerinin kepçelerinde yer alır. Bu düşünceden hareketle; insanın düşünsel ve beyinsel modeli olan bilgisayar da insan vücudundaki düşünsel ve sinir sistemine yönelik hemen her uzvun amatör birer kopyasını içermekte olduğundan, bilgisayar bilimlerinin insan beyin algısının izlenmesi ve geliştirilmesi konusunda da yadsınamaz bir ilgisi bulunmaktadır.

  Gelin görün ki; eğitim ve bilgisayarlar bir araya geldiğinde genellikle algılanan; teknolojik ürünler dağlarını sınıflara yığmaktır: Projeksiyonlar, tabletler, bilgisayarlar, Wi-Fi ağları, akıllı tahtalar... Bu son derece hatalı bir yaklaşım ve bu yanlış yaklaşımın sancılarını Fatih projesinde fazlasıyla görmekteyiz, örneğin. Eğitimin modernizasyonu alet edevatlardan önce içerik ve felsefesinin doğru kurgulanması ile sağlanabilir. Sınıfları akıllı tahtalar ile donatmak ve çocuklara tablet dağıtmak keşke yeterli olabilseydi ama değil....

  Bir düşünsel faaliyet, bir duyu organında algılanan sinyallerin sinir sistemince taşınarak beyinin nöronları tarafından etkileşimler kurularak değerlendirilmesi, bütünüyle organize bir eylemdir. Bir tek beyin hücresinin mükemmel çalışmasının hiçbir anlamı yoktur çünkü nöroenformatik (beyin aktivitesine dayalı bilgi işleme süreçleri) eylemler çok sayıda hücreden oluşan bir sistemin koordinasyonu ile mümkündür. Bu demektir ki; bir tek insanın mükemmel yetişmesi, bilime ve aydınlanmaya aşk ile bağlanmasının toplum için hemen hiç getirisi yoktur. İnovasyon denilen yenilik yönünde değişim hareketi, bilimsel gelişim ve fikirsel aydınlanma ancak bir sinerjik çevrenin sözkonusu olduğu coğrafyalarda yeşerebilir; sonuç verebilir.

  İnsanı aile, okul, arkadaş, mahalli mizaç gibi çevresel faktörler şekillendirir, tabletler değil. Bir öğrenciye neden ve nasılını bir ufuk eşliğinde vermedikçe, özgüven ve hayal gücü aşılamadıkça, entellektüel üreticilik cesaretini elinden aldıkça eğitmişlik şöyle dursun, sadece mekanik bilgi kapasitörleri üretmiş olacağımız, aşikar durumumuz olacaktır. Bundan kurtulma ülküsünün yegane kahramanları varsa, onlar öğretmenliğinin farkında olan ve bilgiden önce bilgiye karşı tutku ve idealleri öğrencilerine katabilen öğretmenlerdir.


Cem TURAN

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder