26 Temmuz 2014 Cumartesi

YÖNERGELER VE PROTOKOLLER TOPLUMU OLMAK

Farkında mısınız, her yerimiz giderek uyarı levhalarıyla doldu. Sarılı, yeşilli bir sürü levha. Kimi otobüste "o koltuğa oturma" diyor kimi "oturacaksan şöyle otur". Kimi "ses yapma" kimi "doğru yürü, etrafına bakma"...

Özellikle toplu taşıma araçlarında ayrılan koltuk işaretlerinden başlamak istiyorum: Medeni bir toplumda bu tür rezervasyon ifadeleri kullanmak dahi aslında insan onurunu incitici derin manalar içeriyor, üzerinde düşünüldüğünde. Okuyana "sen düşünemezsin şimdi, ben sana söyleyeyim" der gibi. Tabi, medenilikten kastım benim biraz farklı ve değer odaklı olduğu için bilinçaltımızda yerleşik medeniyet adreslerindeki uygulamaların bunun tam tersi olduğunu da söylemeliyim.

Oysa otobüste, vapurda, trende, metroda ve hatta parktaki bankta... Her ortamda her yer onlarındır, ayrıca rezervasyon yapmaya gerek bile yoktur. Özürlü, yaşlı, hasta yerini seçer ve yanaşması orayı istediğini gösterir, hemen gereği yapılır ve oturtulur. Ya da öyleydi böyle mekanikleştirilmiş bir yaşam şekline koşar adım geçmeden önce.



Çocukluğumu anımsıyorum; bir çocuğun, gencin bir büyük otobüse bindiği andan itibaren halen yerinde oturması büyük cesaret isterdi, yüzü kızarırdı. Otobüste birilerinden bu konuda, kızar edayla bir ikaz almasından çekinirdi çocuklar. Epeyce sonraları, uyku numarası yapma modelini geliştirdi bir kısım gençlik. Artık toplumsal dönüşüm başlamıştı. Bugün ise bakıyorum, bu tür numaralara bile gerek görmüyor toplumun filizleri hatta bir yaşlının veya hafif özürlünün bir gençten yer istemesi cesaret istiyor. Yanıbaşında ayakta duran ihtiyara inat, gayet rahat uzanıveriyor gençlik. Öyleki belediye, eskiden olmadığı şekilde, başkalarını rahatsız etmeden oturma şekillerini de yönergelerle hatırlatmak zorunda kalıyor.

Rank, rütbeye dayalı sosyal alan rezervasyonları...

Eskiden orduevlerinde de çok katı şekilde olurdu. Hatta kamu, rezerve ayrıcalıkları oldum olası sever her alanda. Yaya kaldırımının hizmete açıldığı basit bir törende bile protokol kendisine ayrılmış özel bölümlere gelir ve oturur. Hatta kimi zaman sıraları yüzünden kendi aralarında bile tartışma yaşanır. Oysa gerçek yöneticilik ve özellikle liderlik hiçbir protokol rezervasyonu olmaksızın, kitlenin içten gelen saygı ve hürmet ihtiva eden trafiği ile o anda şekillendiği yerde belli olur. Eğer gerçekten liderliği ve yöneticiliği kabul görmüş, içe sindirilmiş bir kişi sözkonusu ise tebaa zaten tâbi olduğunu yüceltecek ve onu öne sevk edecektir.

Okul yaşamında bu daha belirgindir: Bir toplantı ya da törende hiçbir hocamızın ayakta kalmasına razı olmaz öğrenciler ve hemen baş köşeye zaten geçirirler. Hocalarımızın da -en azından ekseriyetinin- böyle bir koruma kalkanı, ayrılmış alanlarda ağırlanma gibi bir talebi yoktur. Tevazu tabanlı yüksek onurlu bir ağırlanmadır ve çok hoştur, duygulandırıcıdır, bu konuda tanık olduğum ve gözlemlediğim sahneler. Kimileri ise bireysel özellikleri nedeniyle bu konuda tebaasına güvenemez ki aslında güvenmediği kendisi ve yaptıklarıdır, kendinden önce protokol koltuğunu gönderir, yetmez etrafını çevirtir.

Genç toplum, olgun ve öğretici, karar verici, yönetici olan yetişkin toplum kesiminin ürünüdür. Şikayetçi olduğumuz davranışları da bizim eserimizdir, yaptıklarımızın sonucudur tıpkı başarı ve güzel davranışlarından kendimize çıkardığımız hisseler gibi.

Eğer kültürel değerlerimiz modernlik adı altında bir bir yok edilmeye bu hızla devam ederse, yakında her yerimizin sarı ikaz yönergeleriyle dolmasına şaşmamak gerekir.

Örneğin apartmanlara da konulmalı, günümüzün 18 katlı, 33 katlı gökdelenlerine de:
"Komşuna selam ver",
"Merhaba de",
"Güleryüz göster",
"Çocuğu sev",
"Büyüğe saygılı ol" .. gibi.

Farkında mısınız, sokakta çocuklara yanlış bir hallerinde nasihat veren büyük de göremiyoruz artık. Çünkü "Sana ne!" yanıtı şamar gibi hazırda bekliyor. Çocuk annesini çağırıyor, o da "Sana ne!" demez mi dedeye, nineye. Tıpkı yabancı "medeni" örnekler gibi çocuğa yaklaşmak ve uyarıda bulunmak yakında suç sayılabilir bizde de, hazırlıklı olun.

Velhasıl söylediğine söyleyeceğine pişman oluyor ve yemin ediyor bir daha karışmamaya, iç dünyasına çekilip ölümü bekliyor. Çocuk ve gençler ise rehbersiz, danışmansız. İşte böyle çekirdek aile, çekirdek toplum olduk biz birkaç on yıl içinde.

Çekirdek... Kolay yutulur yiyecek. Yutulma riskimiz eskiden bu denli yoktu, toplumun hücresi sağlam aile yapıları bir bent gibi sosyal korozyonların önünde dururdu  ama bugün korkarım ziyadesi ile risk mevcut. Bunu görmek gerek.

Bir dinazorluk daha yapıp kaldırımlara ilişeyim: Harıl harıl belediyeler kaldırımları yeniden dekore ettiler son yıllarda ve halen ediyorlar. Bugün çoğu metropol kaldırımı, metro istasyonları sarı puntolu kaplamalarla görme engelliler için konuşur hale getirildi. Köşe başları tekerlekli sandalye geçişleri için yumuşak rampa geçişleri ile donatıldı. Çok da güzel oldu.

Lakin insanın aklına şu soru da gelmiyor değil: Beş on yıl öncesine kadar engelli insanımız, bu modern imkanlar yok iken ne yapıyordu? Geçmişten bu yana yollarda karşılaştığım bütün engellilerimizle ilgili hatıra kayıtlarıma başvurduğumda, hiçbir zaman yalnız olmadıklarını, yalnız bırakılmadıklarını çok net olarak söyleyebilirim. Eğer yolda gördüğüm bir engelli varsa, yanında mutlaka bir yakınını ya sandalyesini iterken ya koluna girmiş olarak yanında anımsıyorum. Geçmişin insanı engellisini asla yalnızlığa itmez, engellinin sosyal entegrasyonunda birinci dereceden rol sahibi, yollarda eli, ayağı, gözü oluverirlerdi. Böylece düz oluverirdi, engebeli kaldırımlar, özürlüler için. Bugün ise tıpkı engelsiz bireyler gibi engelliler de yalnızlığa hazırlandı, yalnız başına hayatını idame ettireceği normlara kavuşturulmaya çalışıldı kaldırımlar. Şimdi artık sık sık denk geliyorum, elinde asası ya da altında şarjlı sandalyesi ile bir başına şehri "okuyarak" geçen engellilere. Şüphesiz daha güçlüler ama yalnızlar. Siz hiç Avrupa'da yürüyemeyen yakınını sırtında taşıyan gördünüz mü? Zor... Ama bizim için gayet sıradan bir görüntüdür, yürüyemeyen anne, baba ya da çocuk, kardeşini sırtlayıp okula, işe, hastaneye veya nereye gidecekse götürene tanık olduğunuz. Giderek azalmakta yeni yaşam formatımızda.

Engelliler için bugün yapılanlara karşı olduğum gibi bir sonuç çıkmamalı bu yazdıklarımdan. Aksine onların gerçekten kendi ayakları üzerinde durmalarını sağlayacak her projeyi destekleyenim, daha fazlası olmalı. Yeterki engellilerimizin de toplumun diğer kesimleri gibi yalnızlaşmasının bir tezahürü olmasın bu düzenlemeler. Öyle yılda bir gün veya hafta engelliler demekle yalnızlıktan kurtarmış olmazsınız ya da sesli uyarı levhaları koyarak caddelere.

Bunca sözün özü; bir toplumda kültür eriyorsa sarılı, yeşilli, kırmızılı yönerge levhalarının sayısının artması, kaçınılmaz olur.

Cem Turan

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder