26 Temmuz 2014 Cumartesi

İSTATİSTİĞİN CENGAVERLİĞİ VE ZEKAT

Çoğu kez... Bin tane süslü sözden daha anlamlıdır bir kare. Fotoğrafçılık ve çizerlik de gücünü zaten buradan alır. İşte bir çocuk, kimilerinin hiç bilmediği kimilerinin ise bilip de yüz çevirdiği muhitlerde. O da anne karnından steril bir sıvı içinde çıktı, onun da göbek bağı ve plasenta ikizi vardı doğduğunda, tıpkı diğer bebekler gibi.


Anne babası belki şimdilerde adet olduğu üzere; kız ise pembe, erkek ise uçuk mavi çikolatalar ikram edemedi ziyaretlerine gelenlere, yine aynı renklerde kapı süsleri asılmadı odalarının kapısına. Belki özel bir hastane odasında bile ağırlanmadı, ya koğuşta ya da evde mahallenin ebesi kesti annesiyle düğümünü.

Seremoniler, nüanslar elin tersiyle bir kenara itilince, gün gibi ortada hakikat: O bir çocuk. Benim, senin, onun çocuğu gibi.

Hani ülkeler yarış halinde ya: Yaşasın Gayrisafi Milli Hasıla! Ülkenin gelirini alıp o toprakta yaşayan insan sayısına bölüp, diğer bir ifade ile aritmetik ortalama hesaplayıp "Aha da kişi başına gelirimiz!" derler ya parayı hesaplaya hesaplaya bitiremeyen ekonomist amcalar, işte ondan bahsediyorum.

Hani bizde 2014 Yılı itibariyle 11.000 USD'yi geçmesi beklenen o sihirli ve özellikle maddeperest ekonomistleri kendinden geçiren GSMH dedikleri bir kişinin başına düşen gelir.

Şimdi o sözü edilen 11.000 USD'yi alın ve bu resme yerleştirin bakalım, nasıl başaracaksanız. Değil 11.000 Dolar, 11 Cent'lik bir standart görebildiniz mi, bu hakikat resminde?

Dünyanın ve dahi ülkemizdeki sorun istatistik oyunlarla onu alıp buna bölerek, çarpıp ekleyerek çözülesi değil. Bu olsa olsa istatistik cengaverliği olmalı. Lakin asıl sorun o bulduğunuz kafa başına hesaplanmış dilimden kimisi, bu resimdeki gibi bir kafaya düşmezken malumunuz olduğu üzere; kimisinin de yüzbinlercesinin birden bir tek kafaya düşmesi.

Adalet'in bam teli işte budur: Biri yerken diğeri bakmamalı. "Efendim, çalıştım da kazandım" diyememeli kimse. O mal ve çuvallara sığmayan paranın kendine ait olmadığını anlamak için inanmak gerek, hayattan kendini mesul görmek, sorumlu hissetmek gerek. Ki bunlar da herhalde insanın temel inşasında bulunması gereken malzemeler. Onlar yok ise üstteki şatafata kanmamalı, yıkılası, çürük bir insanlıktır konu olan.

Şunu görmeli, inanan yürekler için söylüyorum: Allah'ın rızkı, maddi kazancı kime, ne oranda vereceğinin hükmü kendisindedir. Kendinizi ne kadar paralarsanız paralayın, sizin için takdir edilmiş limitlerdedir kazancınız. İnsanın çalışıp, geçimi için çaba göstermesi ise fiili bir dua kabilidir ve kazancına vesiledir, hepsi bu. "Ben çok çalıştım, paranın belini kırdım, tabiki hepsi benim olacak" diyemezsiniz, bu yüzden.

İlmin durumu farklıdır; Bilimle uğraşmak, ilim etmek ile kazanılacak dağarcık ve edinimleri ise insanın talebine bırakmıştır Yaradan. Kim bu konuda çalışır, gayret eder ve dilerse ona ilim verileceği müjdelenmiştir. Tabiki bir şartla: İnsanlığa fayda verecek türde, insanlığa hizmet etme ateşiyle yanılarak elde edilmiş ilim (!) Bu gayretin hürmetine, alimin mürekkebi şehitlerin kanından da üstün kılınmıştır.

Şimdi zekat mevsimi... Bırakın istatistiklerle oynamayı, bilançoların ve bütçelerin içinde kaybolmayı. Şimdi bize ait olmayanı sahiplerine eriştirme zamanı.

Devlet için de sosyal adaleti sağlamak, gelirin herkese adilce ulaşımı konusunda adımlar atmaktır, mevsimsiz, her daim mükellefiyet. Balık verip durarak balık müptelaları doğurmak değildir, aslolan. Yeterince var zaten balık bağımlısı: Nüfusun belki yarıdan fazlası çeşitli gerekçelerle devlet baba'dan maaşlı. Amaç balık tutabilen insanlar olmalı: Tezgahlarımız boy boy, renk renk, leziz, "tutulmuş" balıklarla dolmalı ve akşama hiçbir tezgah satamamış olmamalı. Bunun için de canım Marmara, Karadeniz, Akdeniz dururken kalkıp da okyanus aşırıdan ithal somonlarla, ahtapotlarla baltalamamalıki balıkçılık büyüsün, insanlar kendi kendine tutunur olsun, sanayi, bilim ve ekonomi gelişsin, gerçek bir balıkçı ülkesi olabilsin bu diyarlar.

Biz çok farklıyız: "Güya gelişmişler şu balığı yiyor" diye şuursuzca herşeyi alıp yerli tezgahlara koydurmamalı devlet. Bir düşünür derki; insan ne yiyorsa odur. Biz gerçekten farklıyız, kültürümüz ve mayamız çok farklı. Kolay kolay anlayamaz kanı biraz daha ağır akan, soğuk Avrupalılar. Onlara körkütük hayranlarınız yüzünden, tezgahımıza son on yıllarda koyduklarınızla bizi, kültürümüzü; bizi biz yapan değerlerimizi müthiş bir korozyona uğratmakta üç kuruş tüccarlık kazancı için kimileri ve buna göz yuman, çanak tutan devlet erki. Oysa biz; hamsiyi, istavriti, çinekopu, mezgiti severiz. Müren balığından, deniz yumuşakçalarından pek anlamayız...

Güçlü olmak demek, bir gemideki yolcuların bir kısmını birinci sınıf kamaralarda ağırlarken diğerlerini kokuşmuş hangarlara mahkum etmek olmamalıdır. Bu geminin tüm yolcuları, insanlık onuruna yaraşır, belki lüks olmayan, mütevazi ama yeterli kamaralarda ağırlanmadıkça, ona değer görülüp, gelir dağılımı homojene edilmedikçe adaletten ve batı kültürüne göre değil, bizim kültürümüze göre "kalkınmış" olmaktan çok uzak olacağımız aşikardır.

Gerçekler, kağıt üzerindekilerden her zaman önde gider. Bu durum kağıt üstüne not düşülmüş istatistik hesaplamalar için de geçerlidir, şüphesiz.

Cem TURAN

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder