26 Temmuz 2014 Cumartesi

ŞEBEKLİK YAPMAKTAN "OKU!"MAYA FIRSAT BULAMIYORUZ

Mangalda kül bırakmayız, iş lafa gelince. Duyanlar "yahu, adam ne de güzel sindirmiş içine dini, hayatın sırrına ne de vakıf" diye gıpta ile bakıp dururlar.

Bazen ilim havuzunda bir balık olmaya gerek bile yoktur, umumun hayranlığını kazanmak için. Çünkü halk zaten gönüllüdür genellikle, birilerini göğe uçurmak, yeni "kurtarıcı" ilan etmek için. Hani derler ya; "hocanın kendi değil, tebaası uçurur", diye. Hah, işte tam da öyle.


Eğer bu işlere niyetiniz varsa siz de, Peygamber Efendimiz'in hayatını konu alan bir Siyer kitabını ezberleyin, biraz bağlantı kullanıp geçin kamera karşısına. Acınaklı bir ses tonu ile gösterin performansınızı. İsterseniz belediyede memur olun hiç önemli değil, kısa süre sonra kadrolu hoca olacağınızı garanti ederim. Sözde tevazuyu anlatırken, birden şoförlü makam araçlarıyla çocuğunuzu okula bırakmaya başlayacaksınız. Şanınız öyle yürüyecekki, memur olduğunuz belediye gibi belediyelerden birinde başkan danışmanı bile olabilirsiniz, örnekleri vardır.

İşletmenizi devredip daha karlı bir kulvara geçecek, "Diriliş hareketi" organizasyonları yapıp kitaplar basacaksınız peşisıra, medya sizi keşfedecek ve programlar yapmaya başlayacaksınız.

Rivayet oki; bir hoca bir Ramazan ayı boyunca yapacağı program için 600 bin TL almış. Neye mukabil, hangi malzemeye?

"Gözyaşı geceleri" diye bir laf uydurup "Ağlamayana parası iade" diyecek, salonlarda bir tür yeni titan gösterileri yapacaksınız. Hatta işi abartıp bir organizasyon firması olacak, sükseli otobüslerle ulusal arenada sahne gösterilerine döndüreceksiniz.

Kendinizden olanlarla güç birliği yapıp televizyonlarınızı, radyolarınızı, yayınevlerinizi kuracak ve işletecek, "körler sağırlar birbirini ağırlar" misali; nöbetleşe programlarınıza sizden olanları davet edeceksiniz.

Bir besmeleyi onlarca çeşit, anlamsız müzikal lakırdıya dönüştürenler, kulak tırmalayan ve pop şarkılarından daha beter ve değersiz, tasavvufun ritmik iç aleme zerkedişinden fersah fersah uzak, ıhlamalı tıslamalı güya ilahiler ile dolu ortalık. Eğer bunlar ilahi ise  Amir Ateş, merhum İsmail Biçer, merhum Kani Karaca, merhum İsmail Bülbül ve diğer güzidelerin, her bir nağmesi içte bir yeri titretircesine söyledikleri ne idi?

Ritm ve müzik deyip yabana atmamalı: Süleymaniye'nin hemen yanındaki şifahanelerde musiki ile psikolojik hastalıklara derman aranırdı, örneğin. Tasavvuf müziği, verilmesi gereken ruha şifa mesajın, bir iğne deliği kadar küçük bir hazneden insana doğru tınıyla verilmesine çok özel bir ilim kulvarıdır. Herkesin harcı olduğunu düşünmek mahveder işte böyle. Bir kültürü, bir tarzı yer ile yeksan edip bırakır.

Bir de "şiir icracılarımız" çıktı uzun zamandır. Bir iki tamam ama baktı ki "bu işte para var", benim müteşebbis ruhlu insanım durur mu, koca bir şiir okuyanlar ordusu türedi. Ekranlarda, radyolarda dinlememek, müzik marketlerden albümünü almamak kötü işlerden sayılıyor.

Velhasıl çok ayıp bir iş oluyor çok uzun zamandır: Din ve dini semboller, ticari birer meta olarak kullanılıyor. Daha çok kazanmak ve tanınmak için herşeyi mübah görüyor insan ve bu uğurda üzerine lanet almaktan dahi çekinmiyor.

Çocukluğumdan bu yana farkında olduğum Eyüp Sultan'ın uhreviyetine, civarındaki dükkanlardan yükselerek boğan, çığlık çığlığa bağıran türlü sesleri çıkarıp ne çok zarar veriyor bu kirli çöpler.

Artık yazarsız, fabrikasyon kitaplar çıkarıyor bu yayınevlerinden. Çocuk eğitimi adı altında bir sürü tuhaf, sahipsiz, yayınevinin kadroluları tarafından kaleme alınıp birbirini tekrar eden ama şatafatlı, renkli resimli bir sürü kitap.

Birileri telefonla arayıp bayağı satıcılar gibi, "Kuran" pazarlıyor. Oysa birkaç on yıl öncesinin basımı olan Kuran-ı Kerim'lere baktığınızda edepten üstüne fiyatının yazılmadığını görürsünüz. Çok çok "Hediyesi" derlerdi, o bile şaibeli.

Bu ahval içinde dini ve insani değer adına ne varsa yozlaştıranlardan dinin sahibinin hesabı soracağı güne kadar, en azından şunu söylemeli: Tüm bu hengamede "Oku!" diyenin bu ilk emrini es geçiyoruz. Sadece biz değil, görünen o ki; neredeyse müslüman olduğunu iddia eden bütün coğrafyalar bu önemli emre itaat edip itibar göstermediklerinden, bugün tüketen, sömürülen, kolayca manipüle edilen, alt üst edilip taş üstünde taş bırakılmayan, ilimden ve fenden nasiplenmeyen, teknolojik olmayı "parasını bastırıp almak" sayan toplumlar olmaktan ileri gidemiyorlar.

Bakın etrafınıza, komşularımıza ve bize... Yaptıklarımıza, içine düştüklerimize, holdingleşmiş cemaatlere, fukaralık içinde ezilen insanlara. "Okumak" bunların neresinde, siz karar verin.

Kitap okumak değildir, "okumak", özel okullar kurmak da hiç durmamacasına kitaplar, dergiler, gazeteler basan yayınevleri kurmak da değil:  Çok farklı ve maalesef halen bizde anlaşılamadı.

Yusuf İslam adını alan Cat Stevens'ın şu sözü çok manidardır: "Ben İslam'ı, önce Kuran'dan öğrendiğim için müslüman oldum.Kuran'dan önce müslümanlarla tanışsaydım ve onlardan öğrenseydim, müslüman olmazdım."

İslam tembelliğin, miskinliğin, terörizmin, asalaklığın, soygunculuğun, sömürünün, Allah'ın sözünü pazara çıkarmanın ve onun sırtından paralar kazanmanın, bu sayede sırça köşklerde oturmanın ve dibindeki sıkıntı çekenlerden lafta muzdarip olsa da aslen bihaber olmanın adı değildir. İslam markalaşmak değildir, fırkalara bölünmek, diğerlerini kötülemek, dışlamak hiç değildir.

Zamane fotojenik hocaları ne derlerse desinler, bir gerçek kaşımızda: Kim olursa olsun, "okuyabilendir" gerçekten yaşayan İslam'ı, hayatı, varoluş amacına uygun bir çizgiyi.

Cem Turan

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder