19 Haziran 2016 Pazar

"İYİ" SIFATI İLE KULLANILAMAZLAR (1) : VAH TARIM VAH

Farkında mısınız, bugün geçmişten daha fazla "iyi" veya konularına göre aynı anlama gelen has, saf, organik, doğal, orijinal gibi ön nitelemeler kullanır olduk. Şaşmamak gerek, bir şeyleri bozduğumuz vakit, bozulmamış olduğunu vurguya ihtiyacımız daha fazla oluyor.

Örneğin "organik" domates demeye neden ihtiyaç duyarız? Tarımın ahlakını bozduğumuz için. Aşırı kazanç hırsıyla birim alandan daha fazla ürün alabilmek için kullanılan kimyasal gübreler ve diğer hileli yöntemler sonucu doğanın ve doğalın yapısını bozduğumuzun itirafıdır, böyle bir ifade.

Malumunuz olduğu üzere, nitrogliserinli gübreler patlayıcı yapımında da kullanılıyor olabildiğinden, yasaklandı kısa bir süre önce. Alışmış kudurmuştan beter: Çiftçiler isyanda! Zarar ederiz, yapamayız, mahsul en az yarı yarıya düşecek diye ağlamaya başladılar bile. Doğal gübreyle elde edecekleri ürün gelirinin kendilerini ayakta tutmayacağından dert yanmaktalar.


Nitrogliserinli gübrelerin, Dünya Savaşı sonrasında açığa çıkan dinamit fabrikalarının değerlendirilmesi amacıyla üretilmeye başladığını ifade etmeliyim. Şaşılacak bir şey değil mi sizce de: Toprağa kontrol edilemeyecek kadar tehlikeli olabilecek patlayıcıyı gübre niyetine veriyorsunuz. Toprağın ümüğünü sıkıyorsunuz ve zamanla toprak topraklıktan çıkıp suni üretim platosuna dönüyor. Bu gübreye çiftçinin alıştırılmış olması bile başlı başına bir kıyımdır, ülke için. 

Saatte azami 200 kilometre yol gidebilen bir araç 300 kilometre/saat hızla gitmeye zorlandığında bu hıza çıkıyorsa, bunun sonu bellidir: Bir süre sonra ya patlayacak ya tık diye duracaktır. Sürdürülebilir bir durum değildir, bir sistemi tasarlandığı tanımların çok ötesine zorlamak.

Bilgisayar dünyasında da "overclok" denilen bir eylem de buna denk gelir. Bir bilgisayarı yalan beyanla yanıltarak, beyni diyebileceğimiz işlemcisini tasarlandığı çalışma hızının üzerinde bir hızla çalışmaya zorlamak olarak tarif edebilirim, bu tabiri. Bu durumda ne olur? İşlemci zavallı, inanır ve o yalan hızda koşmaya başlar. Anormal derecede ısınır, ısındıkça yapısal bozulmalar gerçekleşir ve sonunda, eğer tedbir alınmazsa, yanacak veya patlayacaktır.

Verdiğim bu iki dış örnek gibi toprak ve kimyevi gübre destekli doğayı kandırma, daha doğrusu; gücünün üzerinde ürün vermeye zorlamak da aynı sonucu verir, sürdürülebilir bir durum değildir ve toprak belirli bir vadede kaybedilir. Konya Ovası'nın toprağının tuzlanarak ekilebilir olmaktan giderek çıkmasına bir bakın.

Bu durum, tam anlamıyla ihtiras için insanın bindiği dalı kesmesi, Midyat'a pirince giderken evdeki bulgurdan olmasından başka bir şey değil. Bu resim kamusal faydaları bireysel çıkarlara kurban vermenin, yani sosyal ve ahlaki çürümenin bir başka ve belki de en tehlikelilerinden biri olarak karşımızdadır, diyeceğim ama kamunun temsilcisi devlet de bu işin içindedir: Ya basiretsizlikten ya da yine gayri ahlakilik ve gelecek nesillere sorumsuzluktan dolayı tarımsal bir yok oluşu desteklemektedir ve halen durumun farkında değilmiş gibi davranmaya devam etmektedir.



Tarımsal nüfusun azalmasını medeniyetin ülkemizde artışı olarak düşündük, bu yolla modernleştiğimizi sandık. Sinesinde hırs saklayagelen insanların eline, toprağı "overclock" edecek yani; olmadığı birşey olduğuna inandırarak daha fazla ürün sağmalarını sağlayacak "patlayıcı gübre" verecek ve bunlara alıştıracak, böylece bazı ekim alanlarını "ihtiyaç yok" diye, daha küçük alanda ziraat yapılabilmesini gerekçe göstererek ıskartaya çıkaracak, arsaya dönüştürecek ve betonlaşmaya açacak otoritenin, bugünün ve geleceğin kamusu olan milletin kaynaklarını korumakla mükellef kılınan devletçe on yıllardır yapılıyor olması; ancak eşine korku filmlerinde rastlanır bir kabusun ta kendisidir.

lkokul öğretmenim bize ülkemizin,, kendi kendine tarımsal olarak yetebilen dünyadaki yedi ülkeden biri olduğunu söylerdi. Bir buğday ambarı olduğumuzdan, kendi kendimizi besleyebildiğimizden bahsederdi. Bir de bugüne bakın: Ciddi bir buğday alıcısı, düne kadar mercimeği bilmeyen Kanada'dan mercimek ithalatçısı, sarımsak, meyve, ceviz, alıcısı durumuna düştük. .... Neden dersiniz?

Sanayi devriminin dünyaya musallat ettiği büyük hastalık sonucu birileri sürekli yerkürenin bir bölümünü bağımlılaştırmaya, salt bir pazar olmaya, üretmeyen tüketim toplumuna dönüştürmeye kararlı bir şekilde azmetmiş ve bir asırdır sabırla bu stratejiyi uyguluyor olabilir ama beni üzen ve şaşırtan, devlet dediğimiz aklın safiyane bir şekilde bu amaçla verilen doktrinleri uygulayan olmasıdır. Oysa çağımızın işgalleri, savaşları, sömürüleri artık topla tüfekle değil; bu türlü uzun soluklu yapısal felçlerle, telafisi belki de mümkün olmayan yıkımlarla gerçekleştirilmektedir. Geleceğin en büyük savaş nedeninin su ve tarımsal gıda olacağını öngörmek kehanet olmamalıdır.


Köylü milletin efendisidir, sözü asla yabana atılacak, anlamsız, köylü kesiminin gönlünü almaya yönelik bir veciz değil; bir gerçeğin ifadesidir. Çiftçiyi işçi yapmak, şehirlere taşımak, köyleri kentleştirmek, temiz ve kanaatkar mizacıyla bilinen ve toprakla haşır neşirliğinden dolayı yaratılmanın hikayesini en iyi gözlemleyen çiftçiyi hırs küpü, toprağın kimyasını bozarak adeta bir sanayi ürününü cebren topraktan, adeta sezeryanla çekip alan azmanlara dönüştürmek; bir ülkenin geleceğini, telefi edilemeyecek şekilde bir yok oluşa sürüklemekten başka ne olabilir?

Bir ülke, tek kurşun bile atılmadan; tarımıyla oynanarak fiziken yok edilebilir. Gafletle bu gayrete ülkenin kurumlarının bizzat kendileri destek verip, ellerine verilen öldürücü reçetelerini uygulayabilir. Farkına varıldığında ise muhtemelen her şey için çok geç olacaktır. Açıkça; tarım kırmızı alarm veriyor. Duyuyor musunuz?

Cem Turan

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder