15 Haziran 2016 Çarşamba

ARAYIŞ VE ARAMAYIŞ; İNANMAK VE İNANMAYI TAKLİT ETMEK

Üretken ruhlu insanların civarında, onları aşağılayan, yaptıklarının gereksiz, saçma, budalaca, enayice, boş işler olduğunu söyleyen bir dolu insan bulunması adettendir. Lütfen bu duruma üzülmeyin ve bu tür, değer terazisinde zerrece ağırlık etmeyen sözlere ve sahibi olan zavallılara kulağınızı tümüyle tıkamayı bilin.

Bu düşünce, hayal ve emek kısırı miskinlerin yapabilecekleri yegane kazanım yolu; bir mağazanın reyonundan, üreten beyinlerin hayalleriyle biçimlendirdikleri eşyaları almak ve böylece ömür boyu başkalarının hayallerinin boyunduruğunda, onlara bağımlı ve onlarla sınırlandırılmış bir yaşamı para karşılığı götürmekten ibarettir. Dolayısıyla onlar, başkalarının hayallerine müebbet mahkum olmuş tutsaklardır da haberleri yoktur.

Oysa kendini var kılan yaradanın ilahi nefesiyle can bulduğunun farkında olan ve o nurun izlerini, zarafetini ruhunun derinliğinde arama ihtiyacı duyan gerçek yaşayanlar; bu arayış yolculuğu sırasında karşılaştıklarını kullanarak farklı düşünceler, yeni fikirler üretmek konusunda bitmek tükenmek bilmeyen bir azme sahiptirler. Belki her arayan onu somutlaştıramaz, bir ürüne götüremez ama asli ibadet, bu farkındalıkla arayışa devam etmektir. Onlar kendi hayalleriyle sınırlanırlar, başkalarının ufuklarıyla gemlenmemişlerdir. 


İşte budur, gerçek oku’mak ve insan okuya okuya yol alması beklenen yegane canlıdır. Bu gayreti göstermeyen inancın özünü kaçırmıştır, insan olmanın gerekliliğini reddetmiştir ki dinin diğer istedikleri hep insanlığının farkında olmaya çalışan, okumaya gayret eden insanlar içindir. Bundan uzak olan da akıl da olgunlaşmaz, akıl gelişip şuur oluşturmaz. Oysa tüm mükellefiyetler akıl sahipleri içindir ve akıl, iki kere ikinin dört ettiğini bilen beyinsel bir varlık değildir. Akıl sezebilmelidir, hissedebilmelidir, hayal edebilmeli, görülemeyen veya görülebilmesi için zahmet ve emek gerektiren gerçeklerle aradaki perdeleri aralayabilmelidir.

Kul kula mahkum olmak için, tabi olup sorumluluklarını başkasına devretmek için, kula kul olmak için var kılınmamıştır. Yunus’un dediği gibi; araya araya bulunacak hakikatler dururken buna gözünü yumup dünyanın lunapark bölümünde ömür geçiren, üstünü üstlük bir de bu gayretin içinde olan abid, arayış yolcusu ile alay etmesi affedilir bir durum değildir ve akıbeti vahimdir.

Bu hakikatten yoksunlar ilmi bile parçalayıp dünya ilimi ve Allah ilimi diye ayırır ve dünya ilmini aşağılarlar. Oysa tek bir ilim vardır ve onların dünya ilmi dedikleri, arayışın kazanımlarının dünya ortamındaki tecessüsüdür ve hepsi değildir. Aklı bunlara kapalı olan bu zevat, kendi akıllarını bilemediklerinden hissedemedikleri gerçekleri yalayıp yutmuş gibi davranır ve geriye kalan taklitçilikle başkalarına ilmihal bilgileri satıp dururlar. Ve bunu emr-i bil ma’ruf (insanları doğruya, iyiye, gerçek insanlığa davet) kisvesi altında yaparlar. Düşünmeden kendilerine tabi olunmasını beklerler. Oysa bu kutsi ifadenin karşılığı, çoğunun anladığından farklıdır ve oku’mak emri ile taban tabana zıttır.

Din düşünmekle başlar, araştırmakla elde edilenleri kullanıp dahası için soyut dünyaya, mana alemine geçişin kapısını hayal ve hislerle aralamakla sağlanır. Bu gerçek, günümüzden binlerce yıl öncesinin antik Yunan düşünürlerinin bile dikkatinden kaçmamış; bilimsel arayışları ve hayal gücünü kullanmayı fiziklerinin ulaşamayacağı soyut aleme geçmenin ve anlayabilmenin yegane yolu olarak görmüşlerdir. Örneğin bu dönemin filozoflarından, dünya tarihine mal olmuş Socrates ve öğrencisi Platon, yaşadığımız dünya ile paralel başka bir alemin olduğunu ve asıl hakikatin orada olduğunu, bilimin ise o alemdeki bir gerçeğin dünyadaki izdüşümünü üretmeyi amaçlayan bir ulvi çaba olduğunu kabul ederler. Bu çok önemli bir tespittir. İslam’ın dünya ve ahiret tanımdır. İnsanlığın bu arayışlarını dahi bilmeyen, okuma fukarası ve taklitçilikle yakasını kurtaracağını sanan miskin müslümanların ve onların kurdukları şirketten veya devletten farksız, güç öbeği durumuna gelmiş cemaatlere göre kendileri dışında herkes cehennem yolcusu, gerçeklerden bihaber, dini doğru yaşamayandır. Hatta dinimiz içinde serpilmiş diğer fırkalar bile. Bu ahvalde, eski Yunan desem küplere binerler. Oysa düşünmedikleri, aramadıkları, tetkik etmedikleri için bihaber kaldıkları insanlık yolculuğu azizdir, emek doludur. O yolculuk belki herkesi doğru yola çıkarmaz, bir yerlerden şarampole yuvarlanabilir insan ama bu yolculuğun riskidir ve en çok yuvarlanan da kendileridir, farkında olmadan.

Resim: Akademi okulu. Plato ve öğrencisi, Aristotales. Plato yukarıyı işaret eden eliyle bilginin tüm kaynağının mana alemi olduğunu savunur. Aristotales ise dünyacıdır ve  yeri gösteren eliyle, asıl gerçekliğin görüp dokunabildiğimiz dünyadakilerden ibaret olduğunu savunur. Tıpkı bugünün insanları gibi.

“Akademi” ifadesinin kaynağı olan Platon okulunun kapısında yazan şudur: “Allah’a inanmayan ve geometri bilmeyen giremez.” Biz de ise Allah’a inandığını diliyle iddia eden ama yürekleri fiilleriyle ikrar etmemiş muhteremler geometriden de matematikten de fizikten de bilumum bütün bilimlerden uzaktırlar. Çünkü dünya ilmi günahtır! Ve bundan mahrumiyetle Allah’ın ilmine vakıf olacaklarını düşünürler. Kapılarına onlar herhalde şu tabelayı asmalılar: “Allah’a inanmayan ve geometri bilen giremez.” Bilimle iştigal edenlerimiz de başka bir alemdedir. Onlar da bilimin içine Allah’ı karıştırmayı ayıp sayarlar. Hatta inancıyla bulgularını bağdaştırmayı bilimsellikten uzaklaşma olarak görürler. Halbuki; bilim insanların aklıyla sezinlediklerini ki onun da kaynağı inançtan beslenir test ve ispat etmek konusundaki azimli çalışmanın, arayışın adı olmalıdır. Onlar da kapılarına her halde şöyle yazarlardı: “Allah’a inanan ve geometri bilmeyen giremez.”

Bütün bunlardan sonra iki el arasına kafanın alınıp düşünülmesi zamanı: Kim Allah'ı daha iyi anlamış? Kim isteklerini daha iyi kavramış? Kim kendisinin dünyadaki varlığına daha isabetli anlam bulmuş. Kim körü körüne tabiyeti bırakıp kendi yolculuğundan, dinin doğru anlaşılmasına, gerçeklerinin kavranmasına bir katk üretebilmiş?.. Bunlar fanatizm, bağnazlık, bidatçılık, din tanımazlık vestiyere bırakılarak oturulup düşünülerek yanıtlanması gereken sorular.

Ki zaten bundan ötürü insana haykırılıyor, defalarca Kuran’ı Kerim’de: Halâ düşünüp akıl etmez misiniz? Haydi biraz düşünelim ve akıl edelim, ne dersiniz?

Allah şüphesiz arayana, okumaya çalışana verir. Velev ki gayri müslim olsun. Hazreti Musa ve Firavun’un sihirbazlarının kıssasını hatırlayın. Bir peygamber dahil olsa, çalışmayana değil gayet ehli olana gider ilahi destek. Elde tesbih sallayıp gümüş yüzük takmaktan daha fazlası gerek, gerçek bir müslüman olabilmek için. Belki de kendinizi içinde bulduğunuz düzen, doğrusu değildir. İslam coğrafyalar, gerçek İslam'ın unutturulup yerine ikame edilen cehalete mahkum eden şuursuz tabiiciliğin, taklitçiliğin, miskin şekilciliğin cezasını çekiyor. İlim de bilim de kaçıp gitti, İbn-i Sina'nın dediği gibi. Uydurulmuş dinden kurtulup, dinimizin aydınlığa koşturan ve anlamaya çalışmayı farz kılan asli dairesine dönmedikçe de huzur ve emniyet bulamayacak, sadece yeni cemaatler holdingleşecek, yeni şeyhler zenginleşecek.Onlar da bilimini reddettikleri dünyanın nimetlerini; cep telefonlarından binmeden adım atmadıkları lüks otolara kadar çuvalla paralar döküp Henry'den, George'dan almakta ve kullanmaya devam etmede bir mahsur görmeyecekler.

Neden düşünen insan sevilmiyor, anlatabildim mi? Çünkü tabi olacak askerlerin sorun çıkarmaması, sadece tepedekilerin iradesini uygulaması gerek. Diğer taraftan George ve Henry'nin de mal satması için düşünmemesi gerek avamın. Sonuçta herkesin örtüştüğü çıkarıdır; düşündürmemek. Tüm bunları da ülkemizi seven yöneticilerimizin görmesi gerek.

Cem Turan





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder