17 Mayıs 2014 Cumartesi

BİR DAHA YAS TUTMAK İSTEMİYORUM


Bugün T.C. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı bir istatistiki veri paylaştı:

2012 Yılında yeni İş Güvenliği Yasası mecliste görüşülürken ve kamuoyundan bu konuda destek aranırken bir ay içinde sadece yedi haber olmuş. Soma faciasından sonra ise aynı yasa bir günde 400 manşete geçmiş.

Basın maalesef her daim spotların olduğu mekanlarda, tribünlerde yaşıyor ve tribünlere beklediklerini gösterip, gerekirse sinekten yağ çıkarıp puan toplama telaşında. Etik ve ahlakın, toplumsal görev ve fonksiyonların, istisnasız basının tamamı için yeniden ele alınması gerekir. Hiç ayırım yapmadan ifade ediyorumki genel olarak basın çok kirlendi maalesef.

Görsel ve yazılı basını, toplumumuzda şikayetçi olduğumuz çoğu sorunun faili olarak görüyorum. Genç zihinlere şans oyunları, uyuşturucudan beter dizileri, kendisine rol model arayan gence kısa yoldan köşeyi dönenleri, "pop corn" gibi saçılıp bir anda kaybolan, su köpüğünden farksız "pop starları", bir topun peşinde koşan 22 adamdan daha fazlasını; fanatizmi, emeksiz yaşamayı, değersiz tükenmeyi empoze eden o aydınlar (!) toplululuğunun cirit attığı ekranlar ve basın değil mi?

Armut dibine düşer. Bir çiçek ne kadar güneş ne kadar su alırsa o kadar büyür. Basın gençliğe, geleceğe, topluma ne vermektedir? Böyle bir topluluktan nasıl bilim ürer, nasıl insana değer veren asırlara damga vurabilecek aydınlık, yenilikçi fikirler çıkar? "Adamlar yapmış" deyip kullanmayı ardan saydırmayacak kadar bu toplumun ideal çürümesinin de baş sorumlularındandır, basın.

"Gündem bende, beni takip et" derken oluşturduğu, kendi çıkarına göre uyduruk, sanal bir gündemle beyinleri uyutan basın. Bu toplumun, reel aydınlanmanın önündeki engel basın ne zaman aklını başına toplayıp, toplumunu geleceğe taşıyacak rasyonel, etik ve sorumlu davranmaya başlar o zaman umutvar olunması için yeterince sebep doğar. Aksi halde binbir gece masallarını her gün kendi konjoktürüne göre yeniden yazan ve milleti uyutan masalcı kalemlerin ülkesinde sadece tüketen bir pazar yeri, sık sık böyle felaketler yaşayıp uslanmadan, ders almadan unutan, insanlığa faydalı yenilikleri hayatına sokmayı akıl dahi etmeyen ilkel bir kabile görüntüsü vermeye devam mı edeceğiz?

Ben bunları söylediğimde bazı beyinleri çoktan "resetlenmiş" uyuyan, daha doğrusu uyutulmuş güzeller, "biz yastayız, sen ne diyorsun?" diyorlar. Siz cebinizden siyah kurdelenizi, çelenginizi, kokartınızı, mumunuzu hiç eksik etmeyin, emi! Çünkü şekilcilikten, ah vah etmekten gayri bir daha yaşanmaması için bir katre ter, fikir üretmek şöyle dursun, yüzünüzü ancak cenazeden cenazeye, gösteriden gösteriye görüyor insanlar.

300'ün üzerinde insan... Yüzlerce metre derinlikte... Eski binaların kömürlükleri vardır, küf kokulu, farelerin cirit attığı, iç daraltan rutubet ve ağır kokulu. Topu topu yer seviyesinin üç metre altında. Oradan kömür almak veya şimdi ardiye olarak kullanılıyorsa bir eşya alıp koymak dışında kim ne kadar kalmak ister.

O derinliği yüzle, iki yüzle çarpın. Süreyi öyle bir uzatınki bütün gün orada kalın ve yarın bir daha... Adeta köstebek gibi! Anlayın, hissedin, empati yapmaya çalışın ve orada bloke olan çıkışla ölümü bekleyin!

Yüreğimi öyle yaktıki, bana "biz yastayız sen ne yazıyorsun" diyenlerin hissedemeyeceği kadar çok. Geçmişte de oldu benzeri: 1992, 1999 gibi. Yüreğim birini daha kaldırmayacağı için isyan ediyorum ve yas tutmaktan fazlasını yapmak için çalışmaya, çalışanı desteklemeye davet ediyorum.

Şuurlu ellerde bilim, doğruyu ve daha iyisini arayıp bulma güdüsü ile ilgilidir ve kutsaldır. Bundandırki Allah gibi bir Hakim, "emrime uyun!" buyurmaktan evvel, her şeyden evvel "Oku!" nidasını ısrarla yükseltmiştir.

Yüreğim öyle yandıki 300'ün üzerinde, çoğu gencecik insana. İleri yaşını çoğu görmeyeceği için genç. Köstebek gibi yerin altında rızık aramanın bedeli ağır. Önce duyular körelir, görmez ve duymaz olur. Ciğer oksijensizlik, yoğun rutubet ve gaz karşısında miyadını çabuk doldurur. Bundandırki aktif çalışanı ekseriyetle genç olur.

İstanbul'un klimalı ofislerinden, rezidanslarından, şatafatlı sitelerinden zaten ne dediğim anlaşılmaz. Korkarım İstanbul'un en taşrasından bile anlaşılamayacak kadar zor yaşamlardır.

Bu şartlar altında bir kez daha düşünün. Kusuruma bakmayın, "yasınızı" böldüm. Merak etmeyin, yarın unutup çoktan hiçbir şey olmamış gibi yaşamaya devam edecek çoğu.

"Yastayız" deyip siyah kurdele takmak, yapabileceğiniz gerçekten tek şey mi? Acım, şekilci ve bu toplumun bilinçaltına yanlış şeyleri sürekli kazıyan birilerine öfkem öyle büyükki, "bir daha olmaması için" araştırma gayretimi arttırıyor.

Mesleği "yasçılık"tan gayrisi olmayan timsahgiller, varsın bana yine kızsınlar.

Cem Turan

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder