12-18 Aralık tarihleri arasında Tutumluluk,
Yatırım ve Yerli Malları Haftası'nı kutluyoruz. Pek çoğumuzun haberi dahi olmadan
gelip geçen ve hatırlarımızda sadece ilköğretim hatıralarımıza hapsettiğimiz,
elma, armut gibi meyvelerle özdeşleştirdiğimiz haftanız kutlu olsun.
Sahi, sizin için bir önemi var mı, yerli malı
kullanmanın? Sizi bilmem ama genelin pek de ilgisi olmadığını rakamlar
söylüyor. Bizim yerli malı kullanmak konusunda bir hassasiyetimiz maalesef
bulunmuyor. İstatistikler, alışverişlerimizde en temel göstergenin fiyat ve
marka olduğunu söylüyor. Dolayısı ile markalaşma bilincine sonradan kavuşmuş
garibim, yerli üreticinin imajla tüketici üzerinde hipnotik etki oluşturmak
konusunda kompetan olmuş yabancı markalar karşısında çok da şansı olmuyor.
Bilinçaltımıza yerleşmiş bu kumpastan
çıkamayışımız ise yerli üreticinin büyüyüp birer dünya markası olmasının en büyük
engelini teşkil ediyor. İşlerin yolunda olduğu izlenimi uyandıran en babayiğit
markalarımız bile işçilerinin maaşlarını ve genel giderlerini ödemeden başını
kaldırıp uluslararası arenada bir marka stratejisi güdemiyor, bunun için çok
önemli olan profesyonel destek almayı hep ikinci hatta daha alt sıralarda bir
öncelik olarak görüyor.
Profesyonel iş yaşamım boyunca tanık olduğum
ve oldukça manidar olan iki olayı buraya alıntılamak istiyorum:
Almanya'dan turist kafileler getiren bir
turizmci müşteri yöneticim anlatmıştı: Vaktiyle, bir Alman grup Türkiye'de
paket tatillerini yapmak üzere getirilir. Ancak ilerleyen günlerde kafile
üyelerinden bir Alman turist bir Alman markası olan cep telefonunu klozete
düşürür ve cihaz onarılamayacak şekilde tahrip olur. Alman bayan, durumu kafile
rehberine iletir ve yeni bir telefon edinmek için yardım ister. "Hay
hay" derler ve en yakın cep telefonu bayisinin yolunu tutarlar.
Ulaştıklarında kadın hiç bakınmakla vakit kaybetmeden, doğrudan satış
görevlisinin yanına koşar adım gider ve rehber yardımıyla "Siemens"
telefon sorar. Tercüman da telefoncu da şaşırır, çünkü malumunuz, pek de rağbet
gören bir marka değildir ve muhtemel sonuç olduğu üzere, halihazırda
bulunmamaktadır. Olumsuz yanıtı alan turist, bir hayli heyecanlanır ve
"mutlaka bulmalısınız" kabilinden bir reaksiyon gösterir.
Hikayenin devamında ne mi olur? Bizim için
anlamsız, gereksiz gelebilen bu talep sahibinin kararlılığı karşısında başka
bir marka almaya ikna edemeyen turizm firması, özel görevlendirilen bir kişi
refakatinde turist kadını neredeyse bütün gün, İstanbul kazan onlar kepçe olup
dolaştırırlar ve sonunda turist hanım muradına erer. Mutlu son!
Dürüst olun, evinizden binlerce kilometre
ötede siz o turist yerinde olsanız ne yapardınız?
İkinci hikayem de buna benzer ama konunun
daha fazla uzamaması için kısa tutacağım. Yine turizmden, bir başkası
anlatıyor: Bu firma Japon turistlere yönelik incoming (ağırlama) hizmeti
veriyor. Diyorki; "Japonlar'ı getirebilmek için şehiriçi transferlerinde
Mitsubishi otobüs kullanılacağını taahhüt etmek zorundayız, aksi halde
gelmiyorlar..."
Yine dürüst olalım: Empati yapalım, otobüsün
markasını, konforlu ve lüks olması durumunda hangimiz umursarız? Bize göre bu
fuzuli ve tali olan bir konudur hatta böyle bir konuyu problem yapmayı
geçimsizlik sayar, onlarla mümkünse böyle bir yola çıkmamaya çalışırız. Değil
mi, siz böyle yapmaz mısınız ya da yurtdışında Bursa fabrikalarından çıkma bir
yerli taksiye binmek talebinde mi bulunursunuz? Herhalde herkesten önce kendinize
"saçma!" der, aklınıza gelen bu düşünceyi bir güzel azarlarsınız,
değil mi?
Yine dürüst olmalı, dürüst olmak hayatın her
alanında önemli: Eski bir çocukluk oyunu vardı; bir, iki, üç: Tıp! kimse
kımıldamasın ve üzerinde taşıdığı, evinde, işyerinde kullandığı giysiden
telefona, bilgisayardan televizyona, buzdolabından davlumbaza kadar
eşyalarınızın envanterini çıkarın. Yüzde elli kasıtlı, üreticilerimizi
desteklemek bilinciyle yerli kullanıcısıysanız alnından öpülecek, altın
madalyaya boğulacak bir insanısınız, kutlarım.
Kısaca yerli malları, adet yerini bulsun diye
okullarda elmalı armutlu partiden bozma bir etkinlikle kutlanacak bir konu
değil hayati bir memleket meselesidir. Kamu desteği olmaksızın markalaşma
olmaz, markalar serpilip büyüyemez. Ve bu olmayıp oldum olası devam eden
duyarsızlığımıza sürdükçe, cebimizdekilerini başkalarına kaptırıp
aldıklarımızla başkalarına bağımlı kaldıkça ekonomik, sosyal.. hangi alanda
bağımsız bir iradeye sahip olduğumuzdan söz edebiliriz?
Seminerlerimde içimde bu konudaki
duyarsızlığa duyduğum kırgınlık nedeniyle oluşan acıyı bastırmak için olacak,
sık sık kullandığım bir cümle ile konuyu kapatayım:
"Çözümü için gayret edenleri
desteklemediğiniz hiçbir sorun hakkında şikayet etme hakkınız yoktur."
Kurulu tezgahları destekleyin, yerli malı
kullanın. İstediğiniz standartlarda değilse eleştirin, bağırın çağırın, şikayet
edin, ümüğünü sıkın... Ta ki daha iyisini onlara ürettirene, ekonomimize
kazandırana kadar. O zaman kendinize, bu topluma hizmet etmiş bir kahraman
gözüyle bakabilirsiniz.
"Ben keseme bakarım, bana mı
kaldı?" diyen basiretsizlere yanıtım, bir ürüne rağbet artar ve üretim
miktarı arttırılırsa fiyatının radikal olarak düşeceği ve bundan en fazla
tüketicinin istifade edeceği gerçeğidir.
...
Olmasın artık
dilden dile lâkırdı,
Yurdun malı,
herkes onu kullanmalı.
Ki yerdeyse
ihracatın halen sırtı
Sebebini,
senin ilginde aramalı.
Bizim millet
ticaret sever, ekler üste kârını
Üretmek
enayilik mi, yok mudur hiç alanı?
Bir elinde
görmeden kapar elinden akçanı
Hatta senin
yerine işler bağını bostanını.
El açtık,
bağdaş kurduk, gören sanır dilenci
Para derdinde
değiliz, esirgeme ilgini
Sen hem
destekçim hem kalite öğretmeni
Şuur gerek,
aydınlık gerek, için terk-i fakiri
Böyle
parlayacak, bu memleket istikbâli.
Farkında
mısın bilmem, hâlâ uykudasın
Maçla,
diziyle, lafla halâ ninnidesin
Ey varis-i
dar'ül ilim, baydı senin rehavetin
Görsün o
gözler ki hâlâ safi pazarsın.
Lafla peynir
gemisi nerede yürüdü?
Hani ilken;
övün, çalış ve güvendi?
Bırak kalsın
artık mangalda külleri,
Ya üret ya
destekle, ter ile üreteni.
...
Cem TURAN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder