Son yıllarda imar odaklı, mutedil belediyecilik
hizmetlerinin yanında belediyelerin sosyal hayatı regüle etmeye, sosyal doku
içerisindeki farklılıkları dengeleyerek belirli bir seviyede iyileştirmeye
yönelik çalışmaları, zaman zaman israfa varan aşırılıklar gözlemlense de
takdire değerdir.
Bir bitkinin alabildiği güneş ve su nispetinde
büyüyebileceğinden hareketle; aydınlık, düşünen ve sorgulayan, topluma karşı
sorumlu, bilginin peşinde koşan ve bencilliğe düşmeden bildiklerini çevresiyle
paylaşan, toplumun yararına sunan genç insanların yetişebilmesi için gerekli
çevresel koşulların hazırlanması gerekmektedir ve bu her mahalde belediyelerin
asli görevleri arasında olmalıdır.
Bilim Sanayi ve Teknoloji Bakanı sayın Nihat Ergün, sık sık
konuşmalarında, bugünün dünyasına yön veren teknoloji markalarının
başarılarının bir tesadüf olmadığını, buna uygun ortamların sağlandığını ifade
ediyor.
Gerçekten de yenilikçi, inovatif
gelişimler sinerjinin ürediği çok özel ortamlarda yaşam şansı bulur.
Sözgelimi; biyografileri okunduğunda, Bill Gates (Microsoft)
ve Steve Jobs (Apple)’un her ikisinde de gördüğüm ortak nokta, birer deha
olmamakla birlikte ünlü Silikon Vadisi’ne komşu muhitlerde yetişmiş olmaları.
Çevresel faktörlerin ve kişinin algıladığı sinerjinin, ruh dünyası üzerindeki
aksinin kişinin yenilikçilik, girişimcilik, bilimsel eğilimlilik gibi pekçok
önemli konuda temel belirleyiciler olduğuna, Microsoft, Apple, Facebook,
Twitter vb. parlak fikirlerin zemininde bu tür çevresel faktörlerin birer
sonucu olduğu açıktır.
Bizim gerçeklerimiz biraz farklı: Şehrin sokak aralarına
girildikçe halen çok yoğun olarak görülen, gelişigüzel duraklara, duvarlara
yapıştırılmış vasıfsız eleman, hiç kalkmayan overlokçu, reçmeci, son ütücü
ilanları ile gözlerini açıp büyüyor genç insanlar. Bu nedenle emek yoğun işler
ve ticaret, bilgi ve beyin yoğun işlere tercih ediliyor. Gelen son
istatistiksel verilere göre, bunca yıldan sonra Türkiye’nin eğitim süresi
ortalaması sadece 6,5 yıl. Bu vahim bir tablo. Daha da vahim olanı; son iki
yılda öğrenci kantinlerinde kulak misafiri olarak teyid ettiğim haliyle,
okuyanın da neden okuduğu, hangi ideallerini gerçekleştirmek için okuduğu
konusunda fikrinin ve bilincinin olgunlaşmadığı gerçeği. Umarım bu tespitimle sizi
rencide etmemişimdir, bu sizinle ilgili değil. Bir yaşam şekli olması, daha
çocukluktan başlaması gereken süreçle elde ediliyor. Şuursuz öğretimin,
bireysel kariyer dışında topluma pozitif bir değer katacağına kani değilim.
Bir örnekle somutlaştırayım: İstanbul’un kimi muhitleri
vardırki; tarih, sanat, estetik, kültür kokar, “medeniyet buradaydı” der ve
buna tanıklık eden düşünen insanı “ben de birşeyler yapmalıyım” güdüsüyle hareket etmeye adeta
şartlandırır. Ancak şehrin kimi adresleri de vardırki; avare insanların en
kıymetli varlıklarını; hayatlarını çürüttükleri kahvehaneleri adım başında
önünüze çıkar, barlar, eğlence yerleri adeta “boş ver, hayat hiçbir şeye
değmez, gel bizimle meşk eyle” der.
Aile bağlarımızın ne kadar kuvvetli olduğu anlatılarıyla büyüdük
okullarda, biz. Ders kitaplarımızda dedeli nineli aile resimleri vardı. Lakin
geçen zaman, birer birer çözdü bu ilişkiyi. Dedeli nineli aileler teker teker
yok oldu.
Bunun gibi, yıllardır genç neslimizle övünür olduk,
Avrupa’ya göre çok gençtik. Son verilere göre yüzde 60’ın üzerinde bir oran 35
yaşın altında. Evet, çok güzel birşey, bu potansiyelin kullanılması durumunda.
Ya bu gençler işlenmezse, çağın gerekliliklerine göre yetişmezlerse? Özünülen o
genç nüfusun bir gün yaşlı çoğunluk olacağını hatırda tutmak gerekir.
Üretmeden, Allah’ın verdiği aklı ve iradeyi bir nebze olsun yenilikçi olmak,
insanlara yeni birşeyler sunmak, bir fayda vermek için hiç kullanmadan yaşlanan
bir nüfusa bakacak nasıl bir sosyal güvenlik sistemi ayakta tutulabilir?
Sizler de yaşadığınız semt dokusunu dikkatle inceleyin.
Gençler ne oranda bilgi yoğun konulara odaklanıyorlar, ne kadarı emek yoğun
işlerdeler? Çalışanların yüzde kaçı “şöyle yapsak daha iyi olur” diye irade
sergiliyor, kaçı ne dersen onu yapar havada?
Yazımın başında sayın Nihat Ergün’den çevre-başarı
ilişkisini vurgulayan bir alıntı yapmıştım. Konunun öneminin farkında bir
bakanımız olmasından ötürü ne kadar memnun ve gururlu olduğumu anlatamam. Fakat
ya bürokratlar? Sayın bakanın söylemindeki
bu inovatif, gerçek bir lider gibi önden görüş ve tespit, alt kademelere
inildikçe giderek sönümleniyor ve uygulama seviyesinde neredeyse yok oluyor,
herşey bürokrasiye boğuluyor.
Ne ekersek onu biçeriz: Gençlere ve çocuklara, düşünmeyi
keşfedecekleri, yenilikçi yönlerini ortaya koyabilecekleri ortamlar ve
rehberler sağlamalıyız. Mahalli seçime giderken, bu uygulamanın “yeni nesil
belediyecilik” olarak yeni döneme damgasını vurmasını diliyorum.
Ve ne olur, topluma bir şeyler sunacak ufuk ve vizyonu
kendinde göremeyenler toplum adına yönetim konusunda bir kez daha düşünsünler,
gençler için, gelecek için.
Cem TURAN